Soredemo Sekai Wa Utsukushii | Anime Tanıtım

21 Tem 2014


Orijinal Adı: Soredemo Sekai Wa Utsukushii 
İngilizce Adı: The World is Still Beautiful
Türkçe Adı: Dünya Yine De Güzel.
Kategori: TV Serisi
Türü: Romantik, Fantastik, Komedi, Macera
Bölüm Sayısı: 12
Yayın Tarihi: 6 Nisan 2014
Fansub Durumu: Var.

Konusu:

Bu animeye geçen gün merakımdan başladım. Açıkçası ilk bölüm güzeldi ve ikincisine büyük bir hevesle atıldım ama ikinci bölümün o ilk 5 dakikası ve Livius'u gördüğüm o da an gözlerimin önünden gitmiyor. Hayır, beklediğim başka bir şeydi. Bu animenin mangasından da habersiz olduğum için Güneç Krallığı'nın Lordu'yla ilgili söylentileri de ele alınca beklediğim kişinin bir çocuk olmadığı kesindir. Neyse. İşte o ilk anki şaşırmayı atınca anime çok eğlenceli ve güzel bir seri geldi gözüme. Hatta Noragami'yi izliyordum ki, onu bırakıp buna sarmama sebep oldu. O kadar yani.

Gerçekten iyi güldüm bu animede. Kesinlikle bir bakmanızı öneririm.

Yağmur Krallığı'nın dört kız kardeşinden en küçükleri olan Prenses Nike, Güneş Krallığı'nın acımasız, zalim ve yaşlı lorduyla evlendirilmek için yollanır. Kızımızın başına yolda epey bir şey gelir ama o inatla Güneş Kralı'nı görene kadar pes etmeden devam eder ve nihayetinde ikinci bölümde amacına erişir. Erişmek de ne erişmek yani. Nike karşısında bir "erkek" beklerken aslında Güneş Kralı'nın bacak kadar bir çocuk olduğunu gördüğü an kızda kayış kopar.
Krallığından buraya kadar bunca yolu bir bücür ile evlendirilmek için geldiği yetmiyormuş gibi bir de karşısındaki bücür kendisinden "Yağmur" yağdırmasını ister. Çünkü Güneş Krallığı'na yağmur yağmaz. Küçük Bey de sürekli Güneş görmekten sıkılınca kendince bir karar verip Yağmur Krallığı'nın kızlarından biriyle evlenip onun gücüyle arada krallığa yağmur yağdırmak ister.Tabii yaş tahtaya basar. Zira Nike onun kontrol edebileceği bir kız değildir. İçinden gelmediği hiçbir şeyi yapmaz. Kısacası kıza hükmetmesi çok zor. Kızımız çok içten, sıcak, samimi ve iyi yürekli bir kızdır. Öyle ki tanışalı daha yirmi dört saat olmadan Livius'un kalbinde bir yer bile edinir. Tabii arada kızımızın Livius için "Gözleri çocuk gibi bakmıyor," demelerine inanarak sonunda çocuğun içinden başka bir şey çıkmasını bekliyorum. En azından beklemek istiyorum. Çünkü bu "çocuk" görüntüsü bana bile tuhaf geldi. Yaşından büyük işlerle uğraşıyor bizim bücür. :D



Rüzgarın Adı / Patrick Rothfuss [Kitap Yorumu]

20 Tem 2014



''Bana söğütleri hatırlatıyorsun,'' dedi rahatça. ''Güçlü, iyi kök salmış ve gizli. Fırtına da kolayca bükülüyorsun ama asla istediğinden daha fazla değil.''
Bir darbeden sakınırcasına ellerimi kaldırdım. ''Bırak şu tatlı sözleri,'' diye itiraz ettim. ''Beni bükmeye çalışıyorsun, ama işe yaramayacak. İltifatların bana rüzgar gibi gelir.''
Tiradımı bitirdiğimden emin olmak ister gibi bir süre beni izledi. ''Tüm ağaçlar içinde,'' dedi zarif ağzını tebessümle kıvırarak, ''rüzgara en çok boyun eğen söğüttür.''

Epik-Fantastik türü favorimdir, Rüzgarın Adı'da en sevdiklerim arasında yerini aldı bile. Üstelik tacını da taktı. Hikaye içinde hikaye yazarın ve kitabın farkını ortaya koymuş... Soluksuz okuyacağınız bir öykü. Sihir, kadim bir kötülük, simya, matematik, tarih ve ejderhasıyla dolu dolu bir kitaptı! Sekiz yüz sayfalık kitap bana ince geldi. İnce! Devamını okumak için sabırsızlanıyorum şuan. Merak ettiğim öyle şeyler var ki! Yaz yaz bitmez...

Gelgelim konusuna; karakterimiz karşımıza bir hancı olarak çıkıyor. Yoltaşı Hanı'nın sahibi, Kote olarak... 
Bir gün Yoltaşı'na gelenlerden biri yanında ölü bir Scrael getirir. Scrael at arabası tekeri kadar büyük, simsiyah bir örümcektir. Kimileri için iblis, kadim kötülüğün bir parçasıdır. Bu da kitapta ki olayların başlangıcı sayılıyor. Kote onların sürü halinde gezdiklerini bildiğinden diğerlerini avlamaya çıktığında 'Tarihçimiz' ile yolları kesişiyor. 

''Sen bir tarihçi değilsin, o Tarihçi'sin. Saçları seyrelmiş adama sert gözlerle bakarak onu baştan aşağı süzdü. ''Buna ne buyrulur? Büyük doğrucunun ta kendisi.''

Kote, Tarihçi'ye kendi hikayesini anlatmaya ikna olur. İsteği ise üç gündür. Anlatacağı hikaye üç gün sürecektir. Rüzgarın Adı ise Kral Katili Güncesinin ilk kitabı. Yani 1.Gün. ;-)

Kvothe hikayesini anlattıkça, basit hancı kimliğinden de sıyrılacak sanırım. İlk kitabın sonunda onun gerçekte hancı olmadığını bilen öğrencisi Bast bu bilgiyi veriyor. Kvothe daha çok hancı kimliğine yapışıp kalmış gibi, neredeyse gerçekten de Kote olduğunu sanıyor. Bu onu keyifsiz yapıyor. Sanki içi boş... Yanlış bir toprağa dikilen ve solmaya başlayan bir bitki gibi... 

Böylece Kvothe'nin hikayesi başlar. Kral katili, Kansız Kvothe ve çok daha fazlası... Her şeyden önemlisi de bu isimlerin hepsini hak ediyor. Çünkü birer birer bedellerini ödemiş. 

"Sözcükler unutulmuş isimlerin solgun birer gölgesi gibidirler. Nasıl ki isimlerde bir güç gizlidir, aynı şey sözcükler için de geçerlidir. Sözcükler insanların akıllarında bir ateş yakabilir, en taş kalpleri bile göz yaşına boğabilir. Bir insanın sana aşık olmasını sağlayan altı sözcük vardır. Güçlü bir adamın iradesini kıracak on sözcük bulunur. Ama sözcük dediğin, bir ateşin resminden fazlası değildir. İsimse ateşin ta kendisidir."

Ben daha hikayesini anlatmaya başlamadan önce Hancı Kote iken ona hayran kaldım bile. Karşıma Kvothe olarak çıktığım da ise soluğumu kesti. Sayfaları nasıl çevirdim bilmiyorum. Yazarın hayal günü olağan üstü. Kurduğu cümleler sıra dışı... Karakterler ağzını açık bıraktıracak cinsten. 
Evet bir savaşçının, katilin, kendinden yaşça kat be kat büyüklerinden bile zeki, aşık bir çocuğun hikayesi bu. Fakat aynı zamanda da kişiliğin de eğlenceli bir taraf da vardı. Rüzgarın Adı'nın size kahkaha attırmasını beklemeyin ama ne yalan yok yüzünüzde tebessümünüzü yakalayacaksınız. 

Kısacası türünün en iyi örneklerinden biriydi. Kvothe'nin yaşadıklarını merak ediyorsanız bu kitabı kaçırmayın. Evet biraz pahalı bir kitap fakat her kuruşuna değer! Asla pişman olmazsınız. 

ALINTILAR

''Bugün ne öğrendin, Bast?''
''Bugün, usta, büyük aşıkların neden büyük alimlerden daha net gördüklerini öğrendim.''
''Peki nedenmiş, Bast?'' diye sordu Kote, sesine neşe katarak. 
*
''Çünkü Reshi, bütün güzel kitaplar ışığın yetersiz olduğu yerlerde bulunur. Lakin güzel kızlar genelde dışarıda dururlar ve bu yüzden onlara bakmanın gözlere zarar verme riski çok daha düşüktür.''
Kote kafa salladı. ''Ama akıllı bir öğrenci kitabını alıp dışarı çıkabilir ve böylece o çok sevdiği gözleri için kaygılanması gerek kalmaz.''
''Bende aynı şeyi düşündüm, Rehi. Tabi akıllı bir öğrenci olduğum için.''
''Tabii.''
''Ama güneşin altında okuyabileceğim bir yer bulduğum sırada yanıma güzel bir kız geldi ve o tür bir şey yapmama 
mani oldu,'' diye sözlerine abartılı bir nokta koydu Bast.

*
''Her şey o kadını şarkı söylerken duyduğumda başladı. Sesi benimkine karışıyor, kardeşlik ediyordu. Sesi ruhunun bir portresiydi adeta: ateş kadar vahşi, kırık cam kadar keskin, yonca kadar hoş ve temiz.''
*
''Haksız yere suçlanmak zordur, ama hayatlarında bir kitap açıp okumamış veya yaşadıkları yerden yirmi kilometre bile uzaklaşmamış kişilerin sana tepeden bakması daha da zordur.''
*
''Çocukken geleceğe pek kafa yormayız. Bu masumiyetimiz sayesinde çoğu yetişkinin aksine hayatın tadını çıkarabiliriz. Gelecek kaygısı duymaya başladığımız gün, çocukluğumuzu geride bıraktığımız gündür.''
*
''Hikayenin nasıl bittiğini daha en başından biliriz. Zaten bizi hikayelere çeken de budur. Gerçek yaşamda olmayan bir berraklığa ve sadeliğe sahiptirler.''
*
''Demek beni kayıp bir hazineye ya da bir periye benzetiyorsun, öyle mi?''
''İkisi birdensin. Gizli, değerli, çok aranan ve az bulunan.'' Başımı kaldırıp ona bakarken aklım ağzımdan çıkanların hayal meyal farkındaydı. ''Sende peri kanı var.'' .... ''Seni aradığımda bulamıyorum. Sonra hiç beklemediğim bir anda karşıma çıkıveriyorsun. Tıpkı gök kuşağı gibi.''
*
''Huş kabuğunun iç kısmı iyi bir ağrı kesicidir.''
''Çok faydalı bir yol arkadaşısın.'' Kabuklardan birinin içini tırnağıyla kazıp ağzına götürdü ve yüzünü ekşitti. ''Acıymış.''
''Gerçek bir ilaç olduğunu o sayede anlayabilirsin,'' dedim. ''Tadı hoşuna gitseydi şeker falan olurdu.''
''Zaten hayat da öyle değil mi?'' dedi, Denna. ''Hep tatlı şeyleri isteriz, ama acı şeylere ihtiyaç duyarız.''
*
''Kadınlar ateşe benzerler. Bazıları mum gibidir; parlak ve dost canlısıdır. Bazılarıysa kıvılcım veya közü andırır, yahut yaz gecelerinde peşlerinden koşulacak ateş böceklerine. Bazı kadınlar kamp ateşi bigedirler; bir gece sana ısı ve ışık verdikten sonra bırakılmaya razıdırlar. Bazıları şömine ateşinden farksızdır; ilk başta bir şeye benzemeseler de  altları çok ama çok uzun süre yanan sıcak ve kıpkırmızı kömürlerle doludur.''
*
''Bugün ne öğrendin, Bast?''
''Bugün, usta, büyük aşıkların neden büyük alimlerden daha net gördüklerini öğrendim.''
''Peki nedenmiş, Bast?'' diye sordu Kote, sesine neşe katarak.
*
...

''Çünkü Reshi, bütün güzel kitaplar ışığın yetersiz olduğu yerlerde bulunur. Lakin güzel kızlar genelde dışarıda dururlar ve bu yüzden onlara bakmanın gözlere zarar verme riski çok daha düşüktür.''
Kote kafa salladı. ''Ama akıllı bir öğrenci kitabını alıp dışarı çıkabilir ve böylece o çok sevdiği gözleri için kaygılanması gerek kalmaz.''
''Bende aynı şeyi düşündüm, Reshi. Tabi akıllı bir öğrenci olduğum için.''
''Tabii.''
''Ama güneşin altında okuyabileceğim bir yer bulduğum sırada yanıma güzel bir kız geldi ve o tür bir şey yapmama 
mani oldu,'' diye sözlerine abartılı bir nokta koydu Bast.










Duvarların Dili Olsa | Alice Clayton [Kitap Yorumu]

19 Tem 2014

Orijinal Adı: Wallbanger
Türkçe Adı: Duvarların Dili Olsa
Yazar: Alice Clayton
Yayıncı: DEXPlus
Türü: Romantik Komedi

Bazen duvarlar o kadar incedir ki tutku aradan sızıverir.


Caroline, San Franciscodaki yeni dairesinde ilk uykusundan işteböyle uyandı.
Çapkın komşusunun adeta küçük bir haremi vardı. Her gece başka bir kadınla, Carolineın yatak başındaki tabloyu kafasına düşürecek kadar hızla duvarları gümbürdetiyordu. Hatta Carolineın kedisi Clive bile bu seslere kayıtsız kalamamış, düz duvara tırmanmaya başlamıştı. Artık uyku haramdı.
Kapı deliğinde nöbet tutmasına rağmen bu gizemli adamın neye benzediğini bir türlü göremiyor, meraktan ve sinirden çıldırıyordu. En sonunda, bir gece, bu tantanaya daha fazla dayanamayıp hışımla adamın kapısını çaldı.İlk görüşte aşk, hiç bu kadar eğlenceli, komik ve tutkulu yazılmamıştı



Şimdiye kadar okuduğum en iyi komedi kitabıydı bu ! Okurken zaman nasıl geçti anlamadım. Kitabın zaten daha girişten sizi içine hapseden bir anlatımı var.Çünkü ilk bölümde "Ne okuyorum ben?" diye başlıyor sonra gülmekten okuyamıyorsunuz desem yeridir.Yazarın anlatımı çok güzel. İnce zekâsına da hayran kaldım zaten. Her şeyden dozunda kullanmış.Karakterin yanı sıra Caroline'ın kedisine bile yer yer verdiği öncelik çok hoşuma gitti. Özellikle de Purina'nın -Simon'un renki gece hayatından bir kesit XD- üzerine atladığı kısım.Bildiğiniz kedi bile yoldan çıkıyor kitapta. Siz okurken nasıl tepki vermeden okuyabilirsiniz ki, kopacaksınız, gülmekten öleceksiniz. Nokta. Başka söze gerek yok. XD Düşünün artık.  :D

Konumuz nasıl mı başlıyor??

Şimdi, bir düşünelim. Yeni bir apartmana taşınıyorsunuz. Daha ilk geceniz ve yan komşunuzun evinden;

"Ah, Tanrım."
Tak!
"Ah Tanrım."
Tak!
"Ah, evet, harika.." vb. seslerler geliyor, ve doğal olarak o gece sizin için pek de parlak geçmiyor.Hal böyle olunca insan bir , "N'oluyoruz?" diyor. Çünkü yanlış bir gecede yanlış bir zamanda taşındığınızı bile düşünecek kadar rahatsız oluyorsunuz. :D Şu anda nasıl bir surat ifadeniz olduğunu biliyorum. Fakat, asıl devamını dinlemeniz gerekiyor bence. Zira, bu sadece o geceye mahsup bir durum değil! Caroline, yani esas kızımız yeni dairesinde komşusunun pek hareketli gece hayatına alışmak için 3. geceye kadar beklemek zorunda kalıyor. Neden mi? Çok basit, sürekli kendisini şoklar içerisinde bulunca durumun ne kadar sınırı aştığını artık 3. gecenin sonunda fark ediyor. Ve 3. gecenin sonunda artık komşusunu bir Wallbanger(Duvar Gümleten xD) olarak nitelendiriyor. Zinhar, taşındığı geceyi takip eden üç gecede de aynı sesler farklı aksanlarla devam edince bizim kız bunun aslında bir yaşam biçimi olduğunu idrak ediyor. Ediyor etmesine deee, hâlâ anlayamadığı bir şey var! Geceleri Caroline'ın da uyması gerek değil mi ? Birinin onu da düşünmesi lazım yahu! 

İşte bizim Caroline da artık her gece duymaya başladığı bu sesler yüzünden ne uyuyabiliyor ne de huzur buluyor. Ve en sonunda bir gece dayanamayıp sevgili bekârımızın kapısına dayanıyor.Birinin bu adama dur demesi gerek ne de olsa. Her gece salonda yatmasını bekleyemez kiii!! Eh, bunları da düşünce kendini tutamayan Caroline gecenin bir yarısı atıyor kendisini Simon'ın kapısına! Adamın kapısına dayanıyor dayanmasına ama işler umduğu gibi gitmiyor. Hatta durum ilerledikçe daha da eğlenceli bir hâl alıyor.Gerçi böyle sesler duyduğunuz bir gece, hangi cesaretle birinin kapısına dayanıyorsunuz değil mi ama ? Kızın o anki düşüncelerini bilmem de biraz salağa bağlayarak yapıyor o hareketi bence! XD Yine de, Caroline da haksız değil. Her gece kafasını tam yastığa koyacağı sırada ;
"Ah, Tanrım."
Tak!
"Ah Tanrım."
Tak!  seslerini her gece -ve farklı farklı aksanlarla!- duyarak da yaşamaz ki? Birinin yan komşusunu da düşünmesi gerek! Caroline da işte böyle bir sinirle dayanıyor Simon'un kapısına sonrasını ne siz sorun ne ben söyleyeyim.Çünkü gecenin bir yarısı -hem de öyle seslerin olduğu gecenin bir yarısı- bir adamın kapısına dayanınca görebileceği her şeye hazır olarak o kapıda olması gereken Caroline bir an neye uğradığını şaşırıyor. Tabii gece gece kendisini yarı çıplak kapıya attığını da unutmuş vaziyette olması da cabası! 

Caroline o geceden sonra tüm arkadaşlarına yeni komşusunu Wallbanger diye anlatıp devamlı gece olanlardan bahsediyor. Bunu da neden mi yapıyor? Daha taşındığının ikinci gecesi kendisine yardımcı olmaya gelen arkadaşlarının kendisinde kalmalarını isteyince ve gece yine aynı sesleri duyacağını hesaba katmayınca arkadaşları da Simon'ın hareketli gecelerinden birine ister istemez tanık olmakla kalmıyor Simon'ı da çok merak ediyorlar! Aynı şekilde Simon'da Caroline'ı -o geceki kapısında dayandığı haliyle-  Pink Nightie Girl (Pembe Gecelikli Kız) olarak isimlendiriyor.Ve o da Caroline'dan ve onun güzelliğinden arkadaşlarına bahsediyor. Tabii bu arkadaşların aslında ortak olduklarından her ikisi de habersizler! :D Neyse durun size yüzeysel olarak konuyu açıklayalım çok dolandırdım lafı. -,-

Caroline, esas kızımız bir iç mimardır ve hem patroncuğu hem de arkadaşı olan Julian'ın yardımıyla onun eski, kendisinin yeni dairesine taşındığı ilk gece evini yerleştirmenin verdiği yorgunlukla tam yatacağı sırada yatak odasından yan komşusunun çok mahrem bazı anlarına kulak misafiri olur.Kısacası o gece uyumak zorlaşır bizim kız için.Çünkü  yeni dairesine taşındığı geceden sonra hayatı bayağı bir renklenir. Yan komşusu ve serbest fotoğrafçı Simon Parker'ın renkli gece hayatı sevgili iç mimarımızı da kapsar. Simon oldukça hareketli bir seks hayatına sahip, bekâr ve yakışıklı bir fotoğrafçıdır. Her gece seksi bir nevi spor gibi kullanarak değişik bir gece geçirir ve yan komşusu olan Caroline'ın da kendisi yüzünden uykusuz kaldığından bir haber bu rutinine kızımız kapısına dayanana, onu ilk kez görene ve ondan etkilenene kadar da böyle sürer giderrrr..

Kitapta en çok sevdiğim şey, yazarın okuyucuya karakterler arasındaki iletişimi aktarışı oldu. Bazı yerlerde karakterlerin kendi içlerindeki konuşmalara bile yer vermiş.Öyle ki Simon'ın Caroline için "Bana bakıyor. Ben de ona bakabilir değil mi?" düşüncelerini okurken çok eğlendim.Zira böylesine çapkın bir adamın Caroline'ın yanında bu kadar değişmesi gerçekten ilginç geliyor insan! Aynı şekilde çiftimizin arkadaşlarının da birbirleri arasındaki iç sesleri, birbirlerine olan mesajlaşmaları okurken okura farklı bir tat veriyor. :)))

Caroline'ımızın sevgili kedisi Clive'e yazarın böylesine dolu dolu yer vermesi inanın çok eğlenceli bir tat bırakmış kitapta.Dolu dolu diyorum çünkü gerçekten dolu dolu. Kitapta kedinin düşüncelerini bile okuyorsunuz ya. XD Clive'in o eğlenceli halleri sayesinde aklımda yer eden Purina'nın üstüne atlama sahnesini hiç unutamıyorum zaten.

Birkaç gece öncesinde Simon'un renkli gecelerinden birine denk gelen Clive bile yoldan çıkıyor ve Simon'un eşlikçisinin sesini nasıl benimsemişse bir sonraki görüşmede -Caroline'in tabiriyle- Purina'nın üstüne atlıyor.Çünkü kadın Simon'la birlikte olurken kedi gibi miyavlıyor ve bu da Clive'in ilgisini çekiyorr. :D

Bir diğer gülmekten öleceğiniz şey ise Caroline'ın Simon'ın HAREM'indekilere isim verme alışkanlığı! Sizi gülmekten kırıp geçiriyor. Sanırım beni en çok güldüren nokta da buydu. Simon'la konuştuğunda ona hangi kızdan bahsediyorsa o isimle hitap etmesi ve Simon'un "Bir dakika ona... ismini mi taktın?" tepkisi çok eğlenceliydi.Örnek isterseniz Clive'in Purina'sının kedi gibi miyavlaması yüzünden bu ismi aldığını söyleyebilirim. xD

Simon, çapkın bir bekâr gibi görünse de içerisinde inanılmaz romantik birini barındırdığına emin olabilirsiniz.Kızımızla o kadar ilgili ki, Caroline biraz gecikse meraklanıyor. Her akşam beraber yemek yiyorlar. Tabi yemekler Caroline'dan çıkıyor o da ayrı mesele. Ve, yemek demişken, Caroline'in kabak ekmeği Simon'un favori yiyeceği oldu gibi. Adam kızı göreceğim diye o ekmeği yerken ölecek! Kısacası böyle bir kitap işte. Alın, okuyun. Hazır Türkçe'ye de çevrilmiş. Kaçırmayın falan. XD




Arzulanan Kadın / Sylvia Day [Kitap Alıntıları]

14 Tem 2014



Kitap Adı: Arzulanan Kadın
Orijinal Adı: Ask For It
Seri: Georgian #1
Yazar: Sylvia Day
Goodreads Puanı: 3.81
Yayınevi: Pegasus Yayınları 


Bitmeyen bir arzu

Kraliyet ajanı Marcus Ashford sayısız düello yapmış, kurşunlardan ve top mermilerinden kurtulmuştur. Ancak hiçbir şey onu eski nişanlısı Elizabeth'e duyduğu açlık kadar etkilememiştir. Elizabeth ise seneler önce Marcus'u, yakışıklı Lord Hawthorne uğruna terk etmiştir.

Koşulsuz teslimiyet

Fakat Marcus, Elizabeth'in kocasının katillerini bulma ve kadını koruma görevini üstlenerek ona hizmet etmeye yemin eder hem de her açıdan. Fakat her şeyiyle genç kadına teslim olmaya cesaret edebilecek midir?

"Buram buram tutku kokan, tehlikeli bir oyun."
-Booklist-

"Danielle Steel ve Jackie Collins'i artık bir kenara bırakın, yeni bir çağ başlıyor."
-Amuse-



‘°ºO•❤•.¸✿¸.•❤•.❀•.Ƹ̵̡Ӝ̵̨̄Ʒ ALINTILAR Ƹ̵̡Ӝ̵̨̄Ʒ.•❀.•❤•.¸✿¸.•❤•Oº°‘


  • ''Benden bir kez kaçtın. Bunun tekrarlanmasına izin vermeyeceğim.'' Elizabeth'i kendine doğru çekmesiyle birlikte etraflarını bunaltıcı bir hava sardı. Şimdi boğuk bir sesle konuşuyordu. ''Bu defa İngiltere Kralı'yla evlensen bile umurumda değil. Sen benim olacaksın.''
  • ''Hiç bir kadın, arzusunu bu şekilde kamçılamıyordu. Öfkeden deliye dönse de, şehvet onu perişan etse de Elizabeth'e duyduğu arzu kanının kaynamasına sebep oluyordu.''
  • ''Bu, dudaklarının temasından çok daha farklı bir şeydi. Sahiplenmenin, söndürülmesi imkansız bir arzunun göstergesiydi.''
  • ''Günün birinde bana olan sevdan seni öylesine perişan hale getirecek ki benden uzakta aldığın her nefeste ciğerlerinin yandığını hissedeceksin. Bana, arzu duyduğum her şeyi benim istediğim zaman ve istediğim şekilde vereceksin.''
  • ''Evlilik. Marcus ürperdi. İşte nihayet beklenen olmuştu. Bu kadın yüzünden aklını yitirmişti.''

     •  ''Marcus...''
Elizabeth'in sesi ve teninin tadıyla kendinden geçen Marcus inledi. Onu böyle  kollarının arasında tutmak vücudunun tepeden tırnağa gerilip sızlamasına sebep olmuştu. ''Evet, aşkım?''
''Seni istemiyorum.''
''İsteyeceksin.'' Marcus dudaklarını onunkine yapıştırdı.''




Kiss Made No Kyori | Manga Tanıtım



Orjinal Adı: Kiss Made No Kyori
İngilizce Adı:-
Türkçe Adı:-
Manga-ka: Yoshinaga Yuu
Türü: Romantik, Shoujo, Sosyal Yaşam, Okul
Cilt Sayısı: 1
Bölüm Sayısı: 5
Statü: Tamamlanmış

Pazar günümü mangalarıma ayırayım dedim ve arşivimden 1 Cilt, 5 Bölümden oluşan Kiss Made No Kyori isimli bu mangayı okudum. Ve okumaya ayırdığım zamana da acıdım ya. Ergen mangasıydı resmen.
Hani shojou severim de bu kadar saçmasını da değil. O kadar saçmaydı ki o son sahnede kızın "Ona dokunma! O benim. Bana ait." diyerek çocuğu Mukai'den çekip aldığı yerde az daha kapatıyordum mangayı! Aptal aptal konularla zaman kaybı yapıyorlar resmen ya.

Kızımız Yuzu (ve onun ikiz erkek kardeşi Suguru'nun en yakın arkadaşı) Kaji arasında geçiyor manga. Kaji, annesi hastanede kalan ve başka kimsesi olmadığı için en yakın arkadaşının ailesini kendi ailesi gibi benimseyen birisi. Kısacası Yuzu'nun ailesinin bir ferdi gibi bir şey.Küçüklüğü bu evde geçiyor ve Suguru'yla gayet iyi anlaşırken Yuzu ile yıldızları bir türlü barışmıyor. Sürekli çekişme içerisindeler. Ve bu çekişmeler bir gün Kaji o okuldan ayrılana kadar da sürüyor. Yıllar sonra lisedelerken geri gelen kadar..

Kaji geri geldiğinde Yuzu'nun küçükken bildiği o çocuktan bambaşka biri olarak geliyor karşımıza. Ayrıca Yuzu'da değişiyor. Saçlarını uzatan ve erkeklerden ilgi görmeye çalışan genç, güzel ve çekici bir kıza dönüşüyor. Hem Kaji hem de Yuzu için ilk karşılaşmaları beklenmedik bir şekilde gerçekleşiyor. Neyse efendim benim mangada sinir olduğum şey; 5 bölümlük manganın 4 koca bölümünün her birinin sonunda bir türlü öpüşemeyip de sürekli bir engelle karşılaşmaları cidden saçmalıktı ya! İlk chapterda kızımız ikiz kardeşi Suguru'yu bir kızla öpüşürken görüyor. Hem de yanıdan Kaji varken. Bir de aptal aptal konuşmaya başlayıp, kendi kendine, "Bir öpüşme nasıl hissettirir?" tarzında bir soru sorunca Kaji de fırsat bu fırsat deyip, "Bilmek ister misin?" diyerek kızımızı öpmeye kalkışıyor ama sadece kalkışıyor yani. Sonuçlanan bir şey yok ve bundan sonraki bölümlerinin hepsinin sonunda aynı vaka! Sanki özellikle son ciltte olursa bir etkisi olacak, "Oh!" diyeceksiniz gibi olmuş ve son âna kadar öpüşememişler. Öpüştürmemiş mangaka! (-,-)
Ha, bir de Yuzu var tabi! Kıl oldum bu salağa ben. Çocuk buna yanaşır, bu salak aptal aptal sebeplerden uzak durur sonra okulda dedikodu çıkar Mukai adında bir kızla Kaji'nin arasında bir şeyler olduğu söylenir bizim gerizekâlı da olduğu yerde kendisini yer! Yok böyle mal.
Başında da belirttiğim gibi o son chapterda gidip de Mukai'nin kollarından Kaji'yi çekerek, "O benim!" dediği yerde de ayrı kopuyorsunuz zaten. Salak madem bir şey yapacaktın o zamana kadar ne bekledin? Çocuk ağzının içine bakıyordu. Allah'ım tam bir morondu kız. Kısacası gereksiz bir mangaydı. Puanlasam 1 bile vermem, o kadar! (U_U)


Ao Haru Ride | Anime Tanıtım

11 Tem 2014


 Orijinal Adı: Ao Haru Ride
İngilizce Adı: Blue Spring Ride
Türkçe Adı: Mavi Bahar Yolculuğu
Türü: Romantik, Okul, Aşk, Sosyal Yaşam
Kategori: TV Serisi
Bölüm Sayısı: 12 
Yayın Tarihi: 08.07.14
Statü: Tamamlandı. [Güncel]


Sonunda sevilen manga serilerinden Ao Haru Ride, Live Action'dan sonra animeye de uyarladı. Her ne kadar Live Aciton'ın çıkması kışı bulacak olsa da, animesinin başlaması güzel oldu.Animeleri daha çok sevdiğimi düşünürsek benim için güzel bir haberdi en azından.
Mangasını başlarda çok severek takip ediyordum.Sonra nedendir bilmem, bıraktım ama animesinin çıkacağını duyunca apayrı bir sevinçle animesine sarıldım.Ve çıktığı anda da izlemeyi planlamama rağmen kısmet olmadı ancak izleyebildim. :D Şimdi de kısa bir görüş yazacağım
Açıkçası çok güzel bir uyarlama olmuşşşş! *-*
İzlediğim her an, her sahnede 'Çok güzel,' dedim durdum. O kadar hoşuma gitti. Karakterleri çok iyi vermişler. Hele o küçüklükleriii! ^_^
Kou'ya zaten âşıktım animede, üç boyutlu görünce resmen hayran kaldım. Gerçekten çok güzel olmuş ama kısa yahu! Niye 12 bölümcükkk? (T_T)

Animemiz mangayla aynı başlıyor. En azından başlangıç. Futaba okulun sessiz ve ilgi çekici kızlarından birisi. Herkes tarafından sempatik olarak kabul edilmekte. Tanaka Kou ise okulun sessiz ama sevilen çocuklarından birisi. Derken efendim kader bu iki şeker şeyi bir araya getiriyor. Bir gün, Futaba, ortaokuldayken, okula gitmek için yola çıktığı bir sırada yağmura yakalanıyor ve kendini korumak için girdiği tapınakta Tanaka Kou'nun da kendisi gibi yağmurdan korunmaya çalıştığını görüyor. O sırada da ikilimiz arasında yağmur üstünden başlayan ve kısa olmasına rağmen unutulamayacak anlar yaratan birkaç cümle gelişiyor. Kou, Futaba'ya kendini kurulaması için tişörtünü veriyor. Futaba da tişörtü iade ederken Kou tarafından bir festivale davet ediliyor. Ama, ama tesadüf eseri bir arkadaşının kendisini kızdırmasıyla ve ona, "Tüm erkeklerden nefret ediyorum," derken Kou tarafından görülmesiyle o davet asla gerçekleşmiyor.
Gerçi Futaba gidiyor ve saatlerce Kou'yu bekliyor ama Kou gelmiyor, gelmediği gibi bir anda okulunu da değiştirip, çekip gidiyor. 

Bu olaydan sonraki 3 senede animenin konusunu oluştuyor. Aradan geçen üç yılda hem Futaba hem de Kou çok değişiyorlar. Futaba ortaokuldaki o sessiz kız olmaktan çıkıyor ve arkadaş edinebilmek adına kendisi dışında bir feminist karaktere dönüşüyor. Kou ise ailesi boşandıktan sonra ismini değişitirip okula devam ediyor. Ama Futaba bundan habersiz. Ta ki ikisi tesadüf eseri çarpışına dek..
Futaba Kou'yu her zaman Tanaka olarak çağırırken üç yıl sonra karşısına çıkan ve tanıdığı o çocuktan bambaşka biri olarak karşısında duran Tanaka artık kendisini Macbuhi olarak tanıtınca kızımız bir an tereddüt etse de karşısındakinin o olduğunu anlıyor ve ilk aşkını yeniden bulduğunu sanıyor. En azından Tanaka konuşana kadar..

Tanaka için her şey geçmişte kalmıştır. Artık ikisi de değişmiştir ve geçmişi geri getiremezler. Bu andan sonra yapılacak tek şey arkadaş kalmaktır. Ama Futaba, ilk ve tek aşkı olan bu çocuktan bu kadar kolay vazgeçmek istemez..




Yazgı | Julie Garwood [Historical Hunters Kitap İncelemesi#1]

9 Tem 2014


Evvet!
İşte sonunda sıra da bana geldii! Nihayet yani. Sabırsızlıkla sıranın bana geleceği ânı bekliyordum. Ne de olsa okudum tür, sevdiğim şey, ve güzel bir başlangıç için ilk adım..

Historical Hunters; aslında Küçük Kız'la epeydir düşündüğümüz ama gerçeğe dönmesi bu seneyi bulan ve bir anda ortaya çıkarak biz, "Historical Hunters" ekibini ortaya çıkaran bir etkinlik oldu.Büyük bir keyifle ilk etkinliğimiz olan Julie Garwood kitaplarına başladık.Ve mümkün mertebe de durmak yok, yola devam şeklinde devam edeceğiz.Aslında ben Judith ile başlamayı çok isterdim ama kızlara söz geçirmedim. Olsun, geç olsun güç olmasın. Yazarlarımız sırayla elimizden geçecekler. Kaçarı yok. Neyse efendim.

Şimcik etkinliğimizde belirli bir sıra ve seri uyumu tarzında bir zorunluluğumuz yok. Olmadığı gibi, sevdiğimiz kitaplara öncelik vermek de, genel tercihimiz.

Şimdi gelelim benden önce inceleme yayımlayan arkadaşlarıma. İncelemeleri görmek için aktif olan linklere tıklayıp diğer blogları ziyaret edebilirsiniz.Bugün benim kitabım Madelyne ve Duncan'ın YAZGI'sını belirleyen YAZGI isimli kitap olacak.


3- YAZGI [ Honor'S Splendour]

Yoruma geçmeden kitabımızı tanıyalım mı?

Orijinal Adı: Honor's Splendour
Edisyonu: Yazgı
Yazar: Julie Garwood
Yayınevi: Epsilon Yayıncılık
Türü: Tarihi Aşk Romanı, Historical RomancePuanım: 4/5
"New York Times çok satanlar yazarı Julie Garwood'dan sürükleyici bir hikâye, kalbinizi ısıtacak karakterler...


Leydi Madelyne acımasız ağabeyi Baron Louddon'ın zalimce planlarının cezasını çekmektedir. Kurt olarak bilinen Baron Duncan intikam ateşiyle Louddon'ın arazisine adamlarını saldığında genç kızı esiri olarak kaçırır.

Fakat bu mağrur güzeli tanıdıkça onu hayatı pahasına koruyacağına dair and içer. Zamanla her ikisi de birbirlerine karşı koyamazlar ancak Madelyne lordu gibi cesur ve bir kurt kadar güçlü bir şekilde onuru için mücadelesini sürdürmeye devam eder. 

"Tek kelimeyle büyüleyici." 
Romantic Times"



Yazgı epeydir okumayı ertelediğim ve bu etkinlikte okumak nasip olan bir kitap oldu benim için. Klasik Julie Garwood tadındaydı ama sanki diğer kitaplarının yanında çok klasikti. Bilemiyorum şu an. Epeydir Garwood okumadığım için bana öyle geliyor olabilir de. Ama kitap beklediğim etkiyi vermedi, o kesin.Neyse. 
Kitaptan yine de hoşlandım diyebilirim. Bayılmadım ama hoşlandım. Ne de olsa Julie Garwood. Yer yer güldüm de. Çünkü kadın karakterimiz Madelyne o kadar saf, o kadar temiz ki, hareketlerine gülmemeniz imkansız gibi bir şey.Yine de farklı bir Julie kitabı okudum sanırım. :D
Kitabımızdan bahsedecek olursam,

Kitap Kurt olarak bilinen Baron Wexton, yani Duncan'ın kız kardeşinin başına gelenlerin intikamını almak için düşman inine girip yakalandığı ve ölmesi için soğukta dışarıda bırakıldığı sahneden başlayarak cereyan ediyor. 
Duncan'ın kız kardeşi Adele nişanlısıyla tanışmak için gittiği seyahatten ne yazık ki tecavüze uğramış bir şekilde dönünce Duncan ve kardeşleri, (ki kitabın en tatlı şeyleri!) bunu yapandan intikam almaya karar verirler. Özellikle de Duncan.

Zira bunu kız kardeşine yapan kişi kendisinin ezeli düşmanı Louddon'dan başkası değildir.

Ve Duncan'da Louddon'dan bunun intikamını almak için 'göze göz dişe diş,' der ve yola koyulur. Sonrası da malumunuz bizim Louddon tarafından yakalanır ve kitap başlar. Aslında yakalanmıyor tabii. Adamın planları başka. Meğer hedefinde Louddon'un kardeşi Madelyne'i ele geçirmek varmış. Geçiriyor da. Gerçi kızımız dünden razı. Çünkü ağabeysi olacak alçaktan kurtulmak için
kurdun inine bile girmeye razı. Ve giriyor da. Çünkü kızın tek kurtuluşu ağabeysinin kalesinden çıkmak. Çıktıktan sonra Duncan'ı atlatıp İskoçya'daki kuzeninin yanına yerleşecek. En azından planı böyle. Ama evdeki hesap çarşıya uymuyor.Çünkü Duncan'ın Madelyne'i bırakmak gibi bir niyeti yok. Ve bunu da intikam için yapmıyor.Onunla geçirdiği o kısacık zaman zarfında Madelyne'in ne kadar saf, temiz ve iyi niyetli biri olduğunu, ağabeysi olacak alçağa benzemediğini keşfediyor ve o andan sonra da kızı kendisi için istiyor.

Kitap aslında çok tatlı bir ilerleyişe sahipti. Hele ki kızın o Protestan halleri, "Ben iyi bir kızım," söylemleri sizi gülmekten öldürüyor. Gel gelelim, benim için bu kitapta bir şeyler eksikti ama adını koyamıyorum. Julie Garwood tadı alamadım. Ya da diğer kitaplarındaki beklentimle başladığım için böyle geldi. Kitabı konusundan ziyade karakterleri için okudum diyebilirim. Gerek Madelyne olsun gerek Adela olsun gerçekten yaşadıkları çok güzel işlenmiş. İkisininde aynı kişi tarafından korunması ve ona sığınmaları da apayrı bir tat katmış kitaba.

Madelyne'in Duncan'ına âşık olduğunu anladıktan sonraki o tatlı halleri ve küçükken hep kendini koruma iç güdüsünde olup, çocukluğunu doyasıya yaşayamadığı için Duncan'ın yanında içindeki o büyümemiş küçük kızı serbest bırakması...
İnanın çok tatlı bir şekilde verilmiş kitapta. Okurken karakterleri gerçekten hissediyorsunuz. Klasik Julie Garwood yazımı işte. Fakat yine söylüyorum bence kitapta bir şeyler eksikti. Neydi bilmiyorum, adını koyamıyorum ama bir şeyler eksikti işte.

Ayrıca kitabın ismine de bayıldığımı belirtmem gerek.Duncan'ın ve Madelyne'in yazgısı daha kitabın başında yazılıyor! Ve insan isminin kitabın böyle özel bir yerinde geldiğini görünce apayrı bir şevkle okuyor kitabı. Uzun lafın kısası klasik bir Julie Garwood kitabıydı benim için. Julie ne yazarsa okurum diyorsanız acele edin, alın ve okuyun. Sizleri tatmin edecek bir kitapla kısa süreli bir mola verin kendinize. :)))





*NOT: Bu yazıda kullanılan bütün görseller "HISTORICAL HUNTERS" ekibi tarafından hazırlanmış olup, tüm yasal hakları saklıdır. Herhangi bir şekilde izinsiz paylaşım ve çoğaltılma durumunda şikayet etme ve dava açma haklarına sahiplerdir.*


Bu Arada.. | Denis Deegan [Konuşan Kitaplar Blog Tur]

2 Tem 2014




Herkese Selamlar!
Yepyeni bir blog turla karşınızdayız. İşte tur kitabımız ve Konuşan Kitaplar Blog Tur!
Turumuzun bugününde kitap yorumlarından birisi de bende. Size kitapla ilgili yorum ve görüşlerimi geçeceğim.Kitap pek bana hitap etmedi, ne yazık ki. Karakterlerin yaşları küçük olduğu için sarmadı beni. Ve bir de KIZ KARAKTER! probleminden ötürü.
 Ama ailevi olaylar yönünde hoş ve dramatik bir etkisi var kitabın. Deneyip karar verin diyebilirim sadece. Zira kız karakter tam bir bitch! O kadar net yani. İnsanı geriyor. Sıkıyor. Küffrettiriyor. Durup, "Ne yaptı bu salak?" demenize sebep oluyor.. vs. vs..
Güzel, etkileyici bir aile dramı olarak başlayan bu kitaptan böylesi bir kız karakter evrimi beklemiyordum, cidden! Zaten kitabın bir yerine geldiğinizde kızın soyunu sopunu öyle bir selamlıyorsunuz ki, kitap o an bitiyor...
Bana hitap etmedi. Hatta güzel, detay bir yorum da yapardım ama vakit kaybı gibi geliyor. Hayır, kızın salaklığına mı kızsam, yazarın böyle bir kurgu yaratırken ne içtiğini mi düşünsem bilemedim.. Ama bildiğim bir  şey varsa, bu kitabı okuyacak okurun yazarın bunu yazarken sahip olduğu kafaya sahip olması gerek. O zaman hiçbir sorun yaşamaz, rahat rahat okur. Ha, bir de mezhebi geniş olacak tabii. Her mesane kaldırmaz bu kızın yaptığı gibi bir salaklığı..




Orjinal Adı: And By The Way
Edisyonu: Bu Arada
Yazar: Denise Deegan
Yayıncı: Pena Yayınları

Kitabımızdan bahsedecek olursam, Alex 6 ay kadar önce annesini kaybetmiş,annesinin kaybettikten sonra babası da kendisini işine verince bir nevi onu da kaybetmiş. Babasının tuttuğu bakıcılar, korumalar ve şoförlerle hayatını sürdüren liseli 16 yaşlarında bir genç kız. Kızımızın babası da o zamanlar ülkenin sevilen Rock Yıldızlarından birisi. Kısacası kızın hayatı anormal!
Annesi öldükten sonra kız kendisini içine kapamış, en yakın arkadaşlarıyla bile ilişkisini kesmiş. Zira kendisinde şöyle bir düşünce oluşmuş; birine bağlanırsam onu da kaybederim, tıpkı annem gibi...

"Eskiden bende yakın ilişkiler kurardım. Ama sonra annem öldü. Ben de öldüm. Öyle bir acıyı bir daha yaşayamam. Yapamam."

Neyse. Bu kısımlara kadar sorun yok kitapta zaten. Devam edeyim ben...Okulda kızımızın annesi öldüğü zaman kendisi gibi annesini kaybetmiş bir sınıf arkadaşı var. David. O da Alex gibi annesini kaybetmiş bir genç. Anlayacağınız ikisi de birbirine merhem oluyor.Ama ikisinin birbirine destek olmaları çok sonradan gelişen bir şey. Hatta kitapta Alex'in David'e neden 6 ay sonra geldin diye sorduğu bir kısım var ve orada çocuğun, 6 ay önce ben de senin şu an olduğun yerdeydim tarzında bir cümleyle karşılık vermesiyle kitaba olan merakım daha da depreşti...
 En azından o kısımdan sonrası için farklı beklentilerim vardı! Sonuçta bunlar birbirine merhem olacaklar değil mi ama? Gerçi çocuğa bir şey demiyorum. Onun bir sorunu yok. Merhem oldu zaten ama kızzz.. Yok  böyle bir mal! Vallahi yok.
David Alex'in yani, Buz Kraliçe'sinin buzlarını kırıyor ve ona erişiyor. Öyle ki Alex artık 6 ay önce, annesini kaybetmeden, önceki o kıza dönüşüyor yeniden. Hem arkadaşlarına hem de okuluna tekrar bağlanıyor. Artık babasının umursamazlığını bile takmamaya çalışıyor.
En azından bir süre böyle gidiyor. Alex ve David birbirlerine gerçekten bağlanıyor ve güzel, sevimli, içinizi ısıtacak bir aşk yaşıyorlar. Ta kii David'in Amerika'ya gitmesi gerektiği âna kadar.. Çocuk Amerika'ya mecburiyetten gidiyor bizim haspa keyfe gidiyormuş gibi trip atıp, ilişkisini kesiyor sonra da yemediği bok kalmıyor. Ki en çok o kısımda şalterlerim attı. Kız bitch abiii! Ötesi yok. Yok yani.
Kısa, çerezlik bir roman olarak bakabilirsiniz kitaba. Çok fazla bir beklentiyle okumazsanız sizi tatmin bile edebilir. Ama dediğim gibi bana hitap etmedi. Bırakın etmeyi bence çok saçma bir romandı. Bu arada kitabın ismi niye "Bu Arada..." onu da anlamadım ama serisinin adı "Kelebek Serisi" ve bu da Alex ve arkadaşlarının birbirlerine }|{ mesaj attıkları bu simgeden geliyor. (Öyle sanıyorum yani.) Böyle saçma bir şey işte.:D






Dikkat! Aşk Çıkabilir / Asude [Kitap Yorumu]

1 Tem 2014


Yine soluksuz okuduğum bir roman; ''Dikkat! Aşk Çıkabilir'' ya da ''Dikkat! Bu Kitap Sizi Katil Edebilir.'' :))

Asude'nin yarattığı karakterler de kurgu da özgün oluyor. Daha sizi ilk sayfadan kendine bağlayan bir kitabı da beğenmemeyi bırak sevmemek mümkün olmuyor. 

Fakat yazar bu kitapta, Pabucumun Ajanı'nda olduğu gibi espriler üzerinde durmamış. Espriler üzerine bir kurgu yaratmamış. Aksine kurgunun için de ufak espriler var. Gene çok eğlenceli ve romantik bir kitaptı ama kahkahalarınız sinirlerinize eş değer olacak. Çünkü Martin tam bir hıyar! Hıh!

Martin'i ilk önce Pabucumun Ajanın'nda tanımıştık. Tuna'nın şirketinin Amerika ayağı... İşte bu kitapta onun ve İlkim'in aşk hikayesini okuyacağız. Gerçi ben zaman zaman aşktan cinayet romanına doğru yol alacağız sandım. Katil de bizzat ben. :))

Martin o kadar sinir bozucu ki! Kıza dört göz fosil deyip durdu! Üstelik tam bir dediğim dedik hödüklerden. İlkim buna nasıl aşık olur derken azıcuk ben de kendimi kaptırmış olabilirim tabi... Ya da azıcıktan biraz daha fazla... Ne ya Allah Allah..!

İlkim ise  sizin tabirinizle masum benim ki ile saftirik, kolayca kandırılan bir 72 inç gözlüklü. Biyoloji, Genetik ve Latince hastası. Hatta tüm derslerin hastası bir inek. Ama Martin'i de kapan inek haaa! Allem etti kallem etti kaptı vallahi. 

Eh hal böyle olunca düşünün artık bu ikisi bir araya gelince nasıl bir kombin ortaya çıkar. Merakla, soluksuz okur musun okumaz mısın arkadaş! :)) 

Karakterler öyle gerçekçiydi ki. Kitabın başlarında İlkim Martin'den korksa ve çoğunlukla karşısında kekelesede o adama bakışları çok kısa sürede korkudan, kalbini gümbürtmeye geçiyor. Akıllı kız. :))

Bir de bu kitapta hikaye içinde hikaye vardı. Martin'in kardeşi Maryson ile Seth'in aşk hikayesi de size kendinizi kaybettirecek. Yazar çok iyi yazmış açıkçası. Bu kısımları ayrı bir çoook beğendim. :)) Bir diğer beğendiğim kısım ise İlkim'in annesi ve onun kızına hitap biçimleri oldu. Kadın beni kopardı. Resmen kopardı. Kahkaha mı atarsın, göz mü devirirsin sen karar ver. Kızına diyor ki; ahududulu pastam, kırpık kuzum, krem brülem, bizon kürküm ve hatta leziz escargotum. Haa escargot bir salyangoz yemeği oluyormuş. :)) Hahahahayyyttt....

Farklı bir kitaptı. İkilinin aşkını okumak, birbirlerini deli etmeleri aynı zamanda da kıskançlıklarını okumak... İç çekmiyor değilsin. Karakterleri elinde olmadan seviyorsun hal böyle olunca da kitaba kendini kaptırıveriyorsun.

Lafın özü;

•Bu kitabı gülmek için değil ama sıcacık bir aşk romanı okumak için al. Beğeneceğinize eminim.•

 
FREE BLOGGER TEMPLATE BY DESIGNER BLOGS