KADER İKİZİM - LAUREN MORRILL

20 Ara 2015


Orijinal Adı: Being Sloane Jacobs
Türkçe: Kader İkizim
Yazar: Lauren Morrill
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Tür: Romantik Komedi, Genç Yetişkin, Romance, Young Adult
Puanım: 3,5/5

Sloane Emily Jacobs'la tanışın: Gençler ulusal şampiyonasında çuvallamış, aşırı stresli bir artistik buz patencisi. Ancak berbat hayatından kaçmak için her şeyini vermeye hazır olduğuna adı gibi emin. 

Şimdi de Sloane Devon Jacobs'la tanışın: Saldırgan tavırları yüzünden takımından uzaklaştırılmış, öfkeli bir buz hokeyi oyuncusu. Cezası ise derhal bir hokey kampına postalanmak. Üstelik altından kalkamazsa hayatı sona erecek. 

İki Sloane tesadüfen tanışıp yaz boyunca birbirlerinin yerine geçmeye karar verdiğinde, ikisi de şanslı olanın kendisi olduğunu sanıyordu. Ancak payetlerden ve artistik atlamalardan kaçarken yakışıklı bir hokeyciyle tanışan Sloane E. ve kendi şehrinden tanıdığı (çok çekici) bir yüzle karşılaşan Sloane D., başka birinin hayatını yaşamanın, kimliğine sahip çıkmaktan daha zor olduğunu kısa zamanda keşfedecekti… 



"Hayallerinin peşinden giden ve kalplerinin derinliklerini keşfeden
 iki Sloane Jacobs…"


Upppuzun bir aradan sonra, bendeniz Ebru sahalara döner. xD

Bu sene ne yazık ki bloğuma hiç vakit ayırmadım ve küçük çaplı bir blog sorunu yaşadım. Her ikisini de atlatınca sahalara geri dönmeye karar verdim. Animelerim, mangalarım, dramalarım ve kitaplarım beni bekliyor sonuçta. (+.+)

Dönüşümü de hemen bir kitap yorumu ile kutlayayım dedim ve en son okuduğum Kader İkizim kitabı için yorum yapmaya karar verdim.

Kader İkizim, Lauren Morrill'in ülkemizdeki ikinci kitabı. İlki, Ruh Öküzüm'ü çok sevmiştim. Birçok kişinin aksine benim eğlenerek okuduğum bir kitap olmuştu ki finali gerçekten güzeldi. Yazar şaşırtıcı bir şekilde bağlamıştı olayları. O nedendir, yazarı takibe aldım ve ilk kitabın hemen ardından Kader İkizim'i de temin ettim.

Kader İkizim de ilk kitap gibi güzeldi ama ilki kadar tatmin etmedi beni. İlk kitabın finalinde şaşırmıştım bunda rutin bir ilerleyiş vardı. Yazar daha çok komediye ağırlık vermiş bu kitabında. Sloane Jacobs'lar sevdiğim karakterler arasına girdiler. Özellikle de Sloane Devon ! :D

Hemen kitaptan bahsedeyim size. Aslında konusundan da anladığınız üzere Slone Jacobs'lar yer değiştiriyorlar ve birbirlerinin yerine geçiyorlar. Fakat ikisi de beklediğinden farklı bir şeyle karşılaşıyor ve haliyle garip bir çıkmaza giriyorlar.


Sloane Emily Jacobs'la tanışın: Artistik Buz Patencisi. Narin ve sessiz bir kız. Üç yıl önce katıldığı Olimpiyat Yarışları finalinde, kazanmasına son bir adım kala yaptığı üçlü atlama sırasında bir olaya tanık oluyor ve atlaması başarısızlıkla sonuçlanmasıyla beraber kızımızın ciddi bir şekilde yaralanmasına sebep oluyor. Üç yıl sonra, yani şimdi tekrar pistlere dönmek için antrenmanlara başlıyor ama bir sorun var; üçlü atlama yapamıyor! Ve tek çözüm Buz Pateni kampına gitmek...

Sloane Devon Jacobs'la tanışın: Buz Hokeyi oyuncusu. Asi, azimli, başarılı ve tuttuğunu koparan bir kız. Birkaç haftadır atış yapmakta sıkıntı yaşıyor. Oynadığı takımla katıldığı son maçları sırasında, kendisine asist yapıp maçı kazanmalarını sağlayan rakip oyuncuyu buza gömüyor ve öfkesine hakim olamadığı için koç tarafından cezalandırılıyor. Ve tek çözüm Buz Hokeyi kampına gitmek...


Şimdi gelelim kitabımıza;

Anladığınız üzere iki Sloane Jacobs da yaptıkları spor dalıyla alakalı kamplara gönderiliyorlar. Ve tesadüf bu ya, kader iki Jacobs'ı da aynı otelde konaklamaya mecbur bırakıyor. Tesadüflerin açtığı yol kızlarımızı karşılaştırınca da, Sloane'ler kendi aralarında bir rekabete tutuşuyor ve en zor buz sporunun kendi yaptıkları olduğunu iddia ediyorlar. Sonra da bu iddialarını birbirlerine kanıtlamak için yer değiştirmeye karar veriyorlar.

Sloane Devon, hareketli ve dağınık hayatında hiç tanık olmadığı ve çıkarlarla dolu bir Buz Pateni kampına katılırken, Sloane Emily ise, kendini hayatında hiç görmediği bir karmaşanın ortasında ve en iyi olma savaşı içerisinde buluyor.

Slone Devon, gittiği Buz Pateni kampında iki iyi arkadaş edinirken, aynı zamanda eski çocukluk arkadaşını bir barda çalışırken görüyor ve yeniden bir araya geliyorlar. Bir yandan buz pateni için çalışmalara katılırken bir yandan da Nando ile görüşebilmek için kaçıp Buz Hokeyi oynuyor. 

Sloane Emily de Sloane Devon'dan farklı değil. O da Buz Hokeyi'ne alışmaya çalışırken, bir yandan da orada tanıştığı Matt'ten uzak durmak için uğraşıyor.

Özetle bu yer değiştirme her iki kızın da hem karakterinde hem de istedikleri şeylerde büyük değişikliklere sebep oluyor. 

Her ikisi de bir diğerinin hayatını yaşarken aslında ne kadar farklı bir hayatı ne kadar kolay gördüklerini keşfediyor, yeni arkadaşlar buluyorlar. Ama en önemlisi de kendi isteklerini ve tercihlerini fark ediyorlar.

Kısacası hikâye güzel bir arkadaşlığın, dayanışmanın ve farklı hayatları yaşayan insanların aslında aynı şeyleri paylaştığını anlatan bir eserdi.




Evrene Fısıldanan Dilek | Karen McQuestion [Kitap Yorumu]

18 Ağu 2015

Orijinal Adı: Hello Love
Kitap Adı: Evrene Fısıldanan Dilek
Yazar: Karen McQuestion
Yayınevi: Aspendos Yayınları

Ne dilediğine dikkat et!
Andrea bir anda karar verdi ve aklına gelen her şeyi bir çırpıda yazıp bitirdi. Sonra yazdıklarını içinden okumaya başladı. Kibar, düşünceli ve şefkatli bir adam istiyorum. Gerçek bir adam, toy biri değil. Benden daha uzun boylu olmalı ve bilgisayar oyunları ya da bilardo, dart gibi oyunlara meraklı olmamalı. Benimle zaman geçirmekten hoşlanmalı, beni çekici bulmalı ve söylediklerimi gerçekten dinlemeli. Lütfen zeki biri olsun ama bana ukalalık taslayacak kadar da değil. Şöyle bir düşündükten sonra bir cümle daha ekledi. Ayrıca yaptığım esprileri anlayan biri olmalı.
Evrene bir mesajım var...
Herkes kağıtlarını almıştı. Martina anlatmaya başladı, “Yakın gelecekten beklentilerinizi düşünün. Daha iyi bir iş mi? Yeni bir ilişki mi? Yoksa bambaşka bir şey mi? Hayal gücünüzü kullanın. Bugün yapacağımız şey aslında sipariş vermek. Diyelim ki bir kitap okumak istediniz ve internetteki bir siteden sipariş ettiniz. Kitap elinize ulaştı. Peki ya sipariş vermeseydiniz, istemekle yetinseydiniz ne olurdu? Kitap elinize ulaşır mıydı? Elbette hayır. Çünkü sipariş vermediniz.
‘Bu güzel şeyler niye benim başıma gelmiyor?’
Sipariş vermeden sadece kelimeleri tekrarlayıp duruyorsunuz. Evrenin, sizin arzularınızdan, isteklerinizden ve dileklerinizden haberdar olması gerekiyor. Lüks isteklerden değil, mutlu ve tatmin olmuş bir insan olmanız için gerekli olduğunu düşündüğünüz şeylerden bahsediyorum.”


Evrene Fısıldanan Dilek, evet kitap tam olarak böyle bir konu içeriyor. Adından da anladığınız gibi bir dileğin dilenmesi ve onunla beraber değişen hayatları konu alıyor kitap. İki farklı yerde iki farklı insanın yolları bir dilek sayesinde kesişiyor ve yepyeni bir hayata başlıyorlar. 

Karen McQuestion'ın farklı bir kalemi var. Daha önce okuduğum Aşka Merhaba kitabı da güzeldi ama bu kitap ondan kat kat güzel olmakla beraber, konusu bakımından da benim için özel bir kitap oldu.Kitabın anlatımını da çevirisini de çok beğendim. Akıcıydı çünkü.Konuyu da güzel aktarmış çevirmeni.
Kitabımız iki bakış açısında ilerliyor. Bir Dan'in bir de Andrea'nın bakışından olayları okuyoruz ve bu olaylar çerçevesinde Dan ve Andrea'nın rastlantılarla kesişen kaderlerine tanıklık ediyoruz.

Dan, bir yıl kadar önce eşi Christine'i kaybetmiş, kızı Lindsay ve biricik köpekleri Anni ile beraber yaşayan bir duldur. Eşinin ölümüne ne kızı, ne kendisi ne de Anni alışamadığı gibi hepsi Christine'i hâlâ yanı başlarındaymış gibi anmaktan vazgeçmiyorlar...
Diğer tarafta ise, aldatılmış ve eşinden yeni boşanmış Andrea var. Andrea, eşini çok severek evlenmiş otuzlu yaşlarında bir genç kadın, ama eşi onun kıymetini bilemediği gibi bir de Andrea'yı aldatmış. Andrea da eşinden boşandıktan sonra kendisini işine vermiş, hatta hayattan tüm beklentilerini sıfıra indirmiş bir halde yaşamına devam ediyor. Ta ki en yakın arkadaşı Jade Andrea'yı "Kendi Geleceğinizi İnşa Edin." adındaki bir seminere katılmaya ikna edene dek...
Andrea, bu seminere katılıp, -seminerde anlatılanlara inanmasa- bile bir dilek dilemenin sorun olmayacağını düşünerek kendisinden istenilenleri yapıp, bir dilek diliyor ve sonrasını kadere bırakıyor. :)


“Unutmayın,” dedi Martina. “Hepimiz kendi hayatlarımızın yıldızlarıyız. Bu filmi en iyi şekilde yönetmek için elimizden geleni yapalım.”

Dileğinde; iyi, yumuşak kalpli ve onu anlayabilecek bir adamla tanışmak istediğini belirtiyor, tabi bu dilek de bir şekilde Dan'e çıkıyor ve kader bu ikiliyi bir araya getiriyor. Ama asıl konu buradan sonra başlıyor.

Andrea'nın dilediği dilekten sonra hem Dan'in hem de Andrea'nın hayatı değişiyor. 
Her şey, Lindsay'in Anni'yi gezdirmek için dışarı çıkarması ve iki sokak serserisinin de Anni'yi kaçırması ile başlıyor aslında. Dan ve Lindsay biricik köpekleri Anni'nin kaybolmasından dolayı yıkılıyorlar. Özellikle de Lindsay. Her yerde, ellerinden gelen her türlü imkânı kullanarak Anni'yi arıyorlar. Fakat bu aramaları hiçbir bir çözüme ulaşmıyor. Ama yine de umutlarını yitirmiyorlar baba kız.
Öte yandan, Andrea tek başına sürdürdüğü sıkıcı hayatında tesadüfler sayesinde Anni ile tanışıyor. Onu kaçıran serserilerin elinden kurtarıp, kendi sorumluluğuna alıyor ve sıkıcı hayatı bir anda bambaşka bir hal alıyor. Eskiden gülüp geçtiği o köpek severlerden biri haline geliyor ve gittiği her yere Anni ile gitmeye başlıyor. 

“Sen benim küçük kızımsın ama değil mi,” dedi bir yandan onun yumuşak tüylerini okşarken.


Anni'yi hayatının merkezine oturtan Andrea için hayat yaşanılabilir ve keyifli bir hal almaya başlıyor. Tabi bu da bazı tesadüfleri birbiri ardına getirmeye... Dan'in Anni'nin yaşadığında dair tüm umutları yok olmaya yüz tutarken Lindsay inatla Anni'yi bulmak için çabalamaya devam ediyor ve tesadüfler tesadüfleri kovalarken Dan ve Andrea'nın yolu kesişiyor...

Bu kısımdan sonrası kitapta kalsın. Ben çok beğenerek okudum bu kitabı. Güzel bir anlatımı ve içten bir konusu vardı. Merak ederek, konuya kapılarak okuyorsunuz. :)


BATAKLIK MELEĞİ | LAURA LANDON [KİTAP YORUMU]

12 Ağu 2015

Orijinal Adı: Intimate Surrender
Edisyonu: Bataklık Meleği
Yazar: Laura Landon
Yayınevi: Aspendos Yayınları

Gizli Bir Skandal
Hannah Bartlett, masumiyeti babasının evlerine çağırdığı bir rahip tarafından çalındığında ve evinden uzaklaştırıldığında henüz on beş yaşındaydı. Tek başına kaldığı sokaklarda hayatta kalabilmek için asla hayal edemeyeceği bir hayatın içine girdi. Şimdiyse, Madam Genevieve -Londra'nın en ünlü genel evinin sahibesi- olarak genç kızları sokaklardan ve kötü kaderlerinden korumak için hayatını adamaya hazır.

Beklenmedik Bir Cazibe
Papaz Rafe Waterford, katıldığı bir parti sırasında karşılaştığı Hannah'ın güzelliğinden anında etkilenir. Hannah, Rafe'in tüm ısrarlarına rağmen onunla birlikte olmayı reddetmektedir. Çünkü, Rafe bir papazdır ve Hannah'la yaşadıkları tutkulu ve büyüleyici o aşkı unutmamakta ısrarcıdır.




Laura Landon'ın Tarihi Aşk türünde diğer yazarlardan çok farklı bir kalemi var; sade, anlaşılır ve özgün. Okurken sıkmadığı gibi boğucu bir anlatımı da olmadığı için kitap rutin seyrinde, keyifli bir şekilde ilerliyor. Bataklık Meleği de yazarın kalemini taşıyan kitaplarından birisiydi. Okurken sıkılmadım, bilakis konusu yönünden, her sayfasında merak içerisinde okuduğum bir kitap oldu benim için. 
Bir önceki kitap Masum Yalan'da(Okumadıysanız okuyun kesin!) tanıdığımız ama gerçek dünyasına dair bir bilgi sahibi olmadığımız Madam Genevieve'nin, yani Hannah Bartlett'ın hayat hikâyesini okuyoruz bu kitapta. 

Hannah, daha 14 yaşlarındayken -babasının da üyesi olduğu- din adamları cemiyetindeki bir Rahip tarafından, kendi evlerinde tecavüze uğrar. Babası yıllar boyu Hannah'ın güzelliği yüzünden onun lanetli birisi olduğunu, Tanrı'nın lanetini alıp, erkekleri baştan çıkartmak için dünyaya geldiğini düşünen birisi olduğu için, Hannah'ın uğradığı bu iğrenç saldırıda genç kızı suçlu bulur ve kızını öldüresiye döverek, evlerinden atar.

Daha küçücük yaşında, başına gelen korkunç şey yetmemiş gibi sokakta kalan Hannah ise, yardım istemek için tek dostu olan Grace'in yanına gider. Fakat Grace ve kız kardeşi Caroline'ın da Hannah'a bir desteği olamaz.

Sokaklarda bir başına kalan Hannah, aç ve sersefil bir haldeyken fahişenin birisi tarafından kurtarılır ve sonrasında hayatta kalmak için yapabileceği tek şeyi yaparak bugün, namı herkes tarafından bilinen ünlü Madam Genevieve olur.

Aslında Hannah'ın Madam Genevieve'de yaşadığı fahişe hayatı, eline geçen parayı değerlendirip de Madam Genevieve'i satın alana kadar sürer. Sonrasında tamamen farklı bir amaca yönelir Hannah. İçindeki o masum kız, kendisi gibi sokaklarda bir başına kalmış genç kızlara yardım etmeye karar verir.
Bu kısımdan sonrasında, Hannah'ın ve kaderinin onun karşısına çıkardığı Rahip Rafe Waterford'un hikâyesini okumaya başlıyoruz aslen. Rafe bir lord, bir asil olmasına karşın, henüz yemin etmemiş bir papazdır. Hâl böyle olunca da Hannah ve Rafe'in ilişkisi inişli çıkışlı bir sınava tabi tutulur.
"O da Tanrının hayatına Rafe’i sokarak yaptığı acımasız şakaya gülmek isterdi. Ama kendini ne kadar zorlasa da adam onu öptüğünde canlanan hislerinde komik bir şey göremedi."
Hannah, yıllar sonra arkadaşı Caroline'ın teklifi üzerine ilk kez kasabasına dönmeye karar verir. Londra'daki Madam Genevieve'in içindeki hayatının dışında, Hannah Bartlett olarak birkaç günlük kısa bir tatil yapmak ve yıllardır özlediği arkadaşlarını görmek adına... Ama hiç beklemediği bir şey olur ve Lord Rafe Walterford'un ilgisini çeker. Hiç istemese de. 
Kitapta en sevdiğim şey, Rafe'in karakteriydi. Evet, o bir rahipti ve Hannah'ın en büyük kâbusuydu. Ama Hannah'a, herkesin kalbinin o kadar kötü olmadığını çok güzel gösterdi Rafe. Genç kadına duyduğu aşkı o kadar büyüktü ki, Hannah'ın gerçek yaşantısını öğrendiğinde onu kınamadığı gibi, sadece yardım etmek için yanında oldu. Hem Hannah için hem de onun koruduğu çocuklar için bir kurtarıcı olmayı seçti Rafe. 
Kitap boyunca Hannah Rafe'i kendisinden uzak tutmak için çeşitli şeylere başvurdu ama bunların hiçbir Rafe'i vazgeçirmedi. Hannah'a da hak vermedim değil. Bir fahişe
-hem de namı Londra'yı sarmış bir fahişe!- olarak Rafe gibi iyi, saf ve temiz yürekli birisine kendisini layık görmemesi doğaldı aslında.


"Hannah’ın birbirlerinden ne kadar farklı olduklarını kanıtlamak için kendini sattığını biliyor ve bunu engellemek istiyordu."


Laura Landon yine güzel bir kurguyla kalemini konuşturmuş. Başlarda durağan başlayan ama ilerledikçe sizi içine alan bir konusu var Bataklık Meleği'nin. Çünkü asıl olay; Hannah'ın fahişe olmasınlar diye sokaklardan ve  başka bir genelevin sahibi Skinner denen bir adamın elinden aldığı çocuklara kendini adayışıyla alakalı. Bunun yanında da Rafe'in onun Madam Genevieve maskesi altındaki gerçek Hannah Bartlett'i görmesiyle tabi
....







Bazıları Kalbini Dinler | Victoria Van Tiem [Kitap Yorumu]

7 Tem 2015


Orjjinal Adı: Love like The Movies
Yazar: Victoria Van Tiem
Yayınevi: Parodi Yayınları
Goodreads: TIK!

O üzer.
O gider.
O hep uzak, o hep acı.
Yine de o.
İlle de o. 
Hep o.

Bir ses böler tüm düşüncelerini. Bir ses. Ne cılız ne de susacak gibi. Umutsuzluğun sessizliğine eşlik ederken o hep konuşur! "Vazgeçme!" Olmaz, dersin. "Olur!" İstemiyorum, dersin. "İstiyorsun!" Sus, dersin. Sadece sus.

Tüm örselenmişliğine inat son çırpınışıdır yüreğinin sana söylediği. Bin defa söyler: Beni dinle Milyon defa: Asla aşktan vazgeçme. Son kez atacağını bilse bile: Onu seviyorsun.

"Bazıları Kalbini Dinler bir kitaptan çok daha fazlası. Aşk, tutku ve tercihlerle ilgili bir hikâye… Kısacası hayatın ta kendisi. Okurken hem güldüm hem de gözyaşlarıma hâkim olamadım. Şiddetle tavsiye ediyorum."
-The Romance Reviews-



Selamlar!

Yeni okumuş olduğum çiklit bir roman için kitap yorumumu paylaşmaya geldim. Epeydir bir paylaşım yapmıyordum ve bu kitap benim için hem bir tetikleme oldu hem de çok keyif aldığım için sizinle de paylaşmak istedim. :))



"Romantik komedinin tahmin edilebilir bir rota izlemesinin hiçbir önemi yoktur.
 Kalbimize dokunmayı başarır çünkü temelleri gerçeklerde gizlidir. Büyülü gerçeklerde..."


  Bazıları Kalbini Dinler, 2-3 ay önce almış olduğum ama okumak konusunda hep ötelediğim bir kitaptı. Aslında öteleyerek de keyifli ve güzel bir kitaptan mahrum kalmışım, okurken anladım. Epeydir bu tarzda kitap okumamıştım, belki o yüzden belki de konusundaki farklılıktan ötürü çok hoşuma gitti bu roman.

  Aslında çok da farklı bir konusu yok. Fakat yazarı, bilindik bir kurguyu işlerken değişik bir kurgu oluşturmuş ve bu da hem kitabı ilginç kılıyor hem de okurken yüzünüzden gülümseme eksik olmuyor. En azından ben öyle okudum.

  Kitapla ilgili olumlu olduğu kadar bazı olumsuz düşüncelerimde var; misal, adını kitaba uygun bulmadım. Neden bilmiyorum ama "Bazıları Kalbini Dinler"in bende çağrıştırdığı şeyle konuyu bağdaştıramadım. Bilakis kitabın orijinal adının konuya birebir oturduğu kanısındayım. Love Like the Movies(Film Gibi Aşk) daha uygun kitaba, konudan bahsetmeye başladığımda belki hak verirsiniz. :D Bir de bazı kısımları gereksiz uzatılmış. Konu olarak keyifle okuttu kendini ama bazı yerlerde de sıkılmadım dersem cidden yalan olur. O yüzden kitabın gelene hitap edip etmeyeceğini pek bilemiyorum ama ben eğlendim, bu bir gerçek! 

Kitabımız üniversite yıllarında tam bir romantizm hastası, romantik film kolik bir kız ve onun üniversitedeki ilk aşkıyla yıllar sonra tekrar bir araya gelmesini anlatıyor. Ve bu kısımda da kurgusu biraz değişik olmuş. Yazar, aralarındaki ayrılığı erkek karakterimiz Shane'ın kendini kadın karakterimize Kenzi'ye affettirmek için yıllar önce izledikleri filmlerden sahneler ve repklikler ezberlemesi ve bunları Kenzi'yi etkilemek için kullanmasıyla ilgili değişik bir kurgu yaratmış. Kenzi üniversitedeyken Shane ile "filmlerdeki gibi!" bir aşk yaşamış, ta ki Shane kendisini aldatana kadar...Shane'ın Kenzi'yi aldatmasıyla ayrılan çiftimiz yedi koca yıl birbirlerinden habersiz yaşıyorlar ve artık ikisi de hem olgun hem de bambaşka kişiler ama içlerindeki o gençler ölmemiş. Sadece geçmişe gömmüşler. Neyse.


"Sadece âşık olmak istemediğini, filmlerdeki gibi bir aşk istediğini söylerdin. Hatırladın mı?"
"Sevginin Bağladıkları filminden bir replik bu. Bunu söylediğimi ve buna gerçekten inandığımı hatırlıyorum." 

Lanet olsun ki o aşka sahip olduğumu sanmıştım.
 Shane'le olan aşkıma.
 Ama hayat bir film değil işte.



  Yedi yıl sonrasında başlıyor kitap. Kenzi nişanlı ve evlenmek üzere. Nişanlısıyla aynı şirkette reklamcılık üzerine çalışıyor ve şirketleri zor bir durumda. Kendi işi de. Yeni alacakları projede, projenin sahibine sunduğu çalışmayı beğendirmeli ve o işi kapmalı çünkü evliliği de işinin geleceğine bağlı. :D  Ama gelin görün ki anlaşmaları gereken şirket yıllar önce kendisini aldatıp hayatını söndüren Shane Bannet'a ait çıkıyor. Ve Kenzi'nin projesi Shane tarafından reddediliyor. Çünkü Shane, hayallerinde canlandırdığı projeyi şimdiki değil, geçmişteki Kenzi'nin gerçekleştirebileceğine inanıyor. Ve Kenzi ile projeyi beraber yürütmeye karar veriyor. 


  Tek bir şartı var; Kenzi 10 Romantik Film'in 10 sahnesini Shane ile beraber canlandıracak ve bu doğrultuda lokanta içerisinde sinema konseptli bir proje üzerinde çalışacaklar. 

Kitap bu kısımlardan ötürü benim çok hoşuma gitti. Çünkü Shane Kenzi'yi yeniden kendisine âşık etmek, hatta bundan ziyade onu mutlu etmek için neredeyse tüm filmlerdeki sahneleri ezberlemiş.Kenzi'ye olur olmaz zamanlarda bir filmden replik veyahut sahne ile karşılık vererek onun sevdiği şeylere olan saygısını son sayfalara kadar gösterdi ki bazı sahneleri okurken çok eğlendim.Tabi hangi film, hangi sahne bundan bahsetmeyeceğim. O kısımlar kitaba kalsın ama güzel sahnelerdi ona emin olabilirsiniz. :D


"İşte bu Shane ve Kenzi'nin hikâyesi.
Oğlan kızla tanışır ama günün birinde yolları ayrılır. Ancak kaderin cilvesi onları yeniden bir araya getirir. Romantik komedinin tahmin edilebilir bir rota izlemesinin hiçbir önemi yoktur. Kalbimize dokunmayı başarır çünkü temelleri gerçeklerde gizlidir. Büyülü gerçeklerde..."






YOLUM AŞKA DÜŞTÜ | MERAL KIR [Kitap Yorumu]

5 Haz 2015


Bir daha dünyaya gelirse âşık olacağı adamı insan ırkından seçmeye karar veren şaşkın akademisyen Sena Tekin ve önce Sena’yı öpüp sonra, "Pardon, ben senin ağabeyin sayılırım." diyen Ahmet Sancaktar’dan soluksuz okuyacağınız bir roman… 




AŞK, ZOR OYUNLARI SEVERDİ.
AMA BU BİR OYUN DEĞİLDİ;
BU, TUTKUYA YENİK DÜŞENLER İLE YOLU AŞKA DÜŞENLERİN SAVAŞIYDI. 



Severek yaptığı bir işe, harika bir nişanlıya ve güzel dostlara sahip olan Sena’nın tüm hayatı televizyonda izlediği bir haberle alt üst olur. Özenle kurduğu dünyası yavaş yavaş yıkılırken, hayatını geri alacağına dair tüm umutlarını kaybetmenin eşiğine gelir. Ancak Sena’yı asıl korkutansa, yıllardır âşık olduğu Ahmet Sancaktar’ın onu korumak için her şeyi göze almasıdır.
Çünkü artık genç kızın hem hayatı hem de kalbi tehlikededir…

Ünlü ve zengin Sancaktar Ailesi’nin hırçın, asabi ve ukala olarak tanınan üyesi Ahmet Sancaktar’ın sevdikleri için yapamayacağı şey yoktur. Ancak girdiği amansız kovalamacanın içinde Sena’yı korumak için yaptıkları kendisini bile şaşırtırken, Ahmet’i asıl korkutan şey ise ayağına dolanan aşktır. 
Karanlıktaki düşmanla savaşmak mı, yoksa aşka karşı gelmek mi daha zordu?
Yaşayıp görmekten başka şansı yoktu…


Herkese Merhaba!

Uzun bir aradan sonra, yorum orucumu -nihayet- enfes bir kitapla bozuyorum.
Size, bugün bir kitaptan çok sevgiyle harmanlamış bir eseri yorumlayacağım. Çünkü baştan sona, her kelimesinde nasıl bir sevgi içerdiğini biliyorum. Bir kitabı okurken kurguya ne kadar kapılıp, onunla birlikte olaylara dahil olursunuz bilmem. Ama bazı kitaplar siz onlara ne kadar karşı koysanız da sizi içine çekip, dünyalarına hapseder ve siz, o öykü son bulana kadar her kelimeyi gerçekmiş gibi yaşayarak okursunuz. 

Yolum Aşka Düştü de tam olarak böyle bir eser. Her satırında, her paragrafında, her bölümünde ve her sayfasında kitapla beraber, adeta bir bütün gibi okuyor, yaşıyor ve her şeyi hissediyorsunuz. Özetlemem gerekirse, Yolum Aşka Düştü benim için gerçeklik ve kurgu arasındaki ince bir çizgide gidip gelen bir romandı. Tabi bunda en büyük rol de yazara ait bana göre.

 Hani bazı kalemler vardır ya, zaman geçtikçe ilerler, zaman geçtikçe gelişirler... İşte Meral Kır'ın kalemi de böyle bir kalem. Bundan önceki iki kitabını çok sevmiş birisi olarak, şu an size hayran kaldığım, yer yer güldüm, yer yer ağladığım ama eşsiz bir çizgide ilerleyen bir kitaba yorum yapacağım. Sanırım farklı tatlara aç herkese hitap edecektir bu kitap. Özellikle de klasiklerden sıkılmışsanız.

Kitabın kurgusuna çok değinmek istemiyorum zira kitapla ilgili ne söylersem ucu açık bir spoiler olur ve önüne geçemem gibi geliyor.
Çünkü baştan sona bir hareket ve olay söz konusu kitapta. Her şey birbiriyle uzak-yakın bir bağlantıya sahip. Bu yüzden okuduğunuzda, -benim gibi- her olayı yaşayarak okumanız adına yorumda kurguyu dışarıya atacağım.

Yolum Aşka Düştü, her ne kadar Sancaktarlar Ailesi serisine bağlı bir kitap olsa da aslında kendi başına bambaşka bir kulvar oluşturmuş. Olayların başlangıç noktası ve ilerleyişi kitabı seriden bağımsız bir hale getiriyor. Kitap, ilk sayfadan son sayfaya kadar Ahmet ve Sena'nın yaşadıkları aşkı ve bu aşkın verdiği sınavı işleyen bir kurgu üzerine kurulu.Tabi polisiye gizemiyle beraber!
Sena'nın yıllar boyu Ahmet'e olan ve kendisinden başka kimsenin bilmediği, kendi içinde yaşadığı, onunla var olduğu aşkı Ahmet Sancaktar'ın Sena'ya yardım etmesi gereken bir olayda sınanıyor. Sena, hem aşkını hem de ruhunu bu savaşta feda etmeyi göze alınca ve Ahmet'e duyduğu o büyük aşkla hiç kurmadığı, kurmayı düşünmediği bir hayale kapılınca, her ikisi de kendisini büyük kayıplar verdikleri bir aşk sınavında buluyorlar.

"Hangisi daha zordu? İmkânsız bir hayali umut ederek yaşamak mı? Yoksa hayallerinde bile yer vermeye cesaret edemediğin bir aşkı umut etmekten korkmak mı?"



Bu alıntı da anlatmak istediğim durumun özeti olmalı. Sena ne zaman aşkı "onunla" yaşamayı seçiyor işte o zaman hem kalbini hem de ruhunu tehlikeye atıyor. Tabi bunun yanında canı da tehlikede!

"Çünkü Sena aşkı onda yaşamayı seviyordu, onunla yaşamayı değil."

Ayrıca Meral Kır'ın kaleminde beni en çok etkileyen şey, her kitabında kalem değiştirmesi. Kalemi sürekli gelişiyor. Bu kitapta bunu daha net anlıyorsunuz. Devamlı okuduğunuz bir yazar olduğunda sürekli bir çizgide gitmesi kimine tat verebilir belki ama ben çabuk sıkılır, farklı tatlar aramaya başlarım.
 Meral Kır, bu kısımda okuyucuyu kendine hapseden bir kalem değişimi yapıyor. Bir önceki kitabı Aşkı Seçtim'in kurgusuna hayran kalmıştım. Sadece bir noktasında tüm kurguyu ağzım açık kalacak şekilde okuyup, kendisine hayran oldum. Ve açık söylemek gerekirse Yolum Aşka Düştü'nün kurgusunu dinlemiş olmama rağmen okuyana kadar Aşkı Seçtim'i geçebileceğine inanmamıştım.

Ama Yolum Aşka Düştü'yü ilk okuduğumda, ilk sayfadan son sayfaya kadar büyük bir iniş çıkış içerisinde okudum kitabı. Zaten kurguya kapılıp gidiyorsunuz okurken. Tabi kurgunun yanında olayların gelişme zinciri ve sürekli inip-çıkan aksiyon da şaşırtıyor sizi. Bir yerde rutin bir hal alıyorken, bir yerde "Hop!" bir patlak noktası geliyor karşınıza ve siz devamının ne olacağını düşünmeye başlıyorsunuz bu sefer.
Ayrıca kitapta -diğer kitaplarda da olduğu gibi- büyük bir olay ve gizem var. Kitap boyunca Sena'nın başına gelenleri ve bu gizemi sonuçlandırmaya çalışan Ahmet Sancaktar'ın verdiği savaşı okuyorsunuz ayrıca.

Tabi bir de karakterler faktörü var!
 Sena ve Ahmet'i önceki kitaplardan tanıyoruz hepimiz, ya da kısmen de olsa biliyoruz diyebiliriz. Yolum Aşka Düştü'de sevdiğim diğer şey de karakterlerinin kişiliklerinin değişmemiş olması.
 İlk kitapta tanıdığım Ahmet ve Sena ile kitap boyunca okuduğum karakterler arasında bir fark olmaması beni memnun etti. Öyle bir anda âşık oldum halleri alan, aşkı için savaşan karakterler bana çok da gerçekçi gelmiyor. Bir kişinin karakterinin bu kadar kolay değişmesini daima saçma bulmuşumdur.
Meral Kır özellikle Ahmet'in karakterine hiç ama hiç dokunmamış sanırım. Kitabın sonuna kadar Ahmet'ten beklediğim davranışlar gördüm. Bir yer hariç! Sanırım o da benim hayallerimi yıktığı içindi! Gerçi sonra çok pişman oldu ama... ne fayda!





"Bir gün, Sena onu affetme büyüklüğünü gösterse bile, Ahmet'in kendine böyle bir iyilik yapması söz konusu bile değildi. Bağışlamak, telafisi mümkün olan hatalar için geçerliydi. Ahmet öyle bir şey yapmıştı ki, zamanı geri bile alsa, yaşananları değiştirmesi mümkün değildi." 



Son sayfalara kadar karakterinden ödün vermeyen Ahmet son kısımlarda bir değişim yaşıyor. Aslında değişim de denilemez. Sadece yaşadıklarının etkisiyle artık değişmesi, en azından içindeki kişinin dışarı çıkması gerektiğine karar verip taktığı maskeden kurtuluyor ki bu da zaten olması gereken bir süreçti.Aşağısında olsaydı asla kabul edemezdim. Öyle bir anda âşık olamazdı. Olsaydı, Sena ona yıllar boyu tek başına âşık olarak yaşamazdı.

Kezâ, Sena için de aynı durum söz konusu. Bu kızı ilk kitaptan beri ayakları yere sağlam basan biri olarak düşünüyordum.Beni hiç yanıltmadı. Kimsesiz olmasının ona verdiği ürkeklik ve kırgınlığının dışında güçlü bir karakteri var. Eğer öyle olmasaydı bu kitap boyunca yaşadıkları ve yıllar boyu sevdiği Ahmet'e dair kaybettiği inançları onu yerle bir ederdi. Ama Sena her seferinde küllerinden yeniden doğdu, daha güçlü bir şekilde ayakta kalmayı başardı.

Uzun lafın kısası dolu dolu bir kitap okudum ben. Umarım siz de aynı şekilde keyif aldığınız, dolu dolu okuduğunuz ve hikâyede kaybolduğunuz bir okuma süreci geçirirsiniz.





MERAL KIR | YOLUM AŞKA DÜŞTÜ [KAPAK TANITIM]

22 May 2015


Ben geldim!
Korkmayın, blogumun yolunu unutmadım. Yoğun bir iş hayatına girince kitaplarımı, sadece okumakla yetinmeye başladım.Bu yüzden de blogumu ihmal ettim, ne yazık ki. Ama arada böyle küçük çaplı paylaşımlar yaparak geri döneceğim.
Bu gün de güzel bir paylaşım için katkım olsun istedim ve Meral Kır'ın geçen sene çıkan Aylardan Aşk isimli romanında blog tur yapmıştık ve kendisinin ilk kitabını aynı zamanda güzel kalemini keşfetme şansı bulmuştum. Hemen ardında da serinin gözdelerim arasında yerini alan kurgusuyla AŞKI SEÇTİM ile maceramıza kaldığımız yerden devam ettik.
Şimdi de YOLUM AŞKA DÜŞTÜ isimli kitabıyla yazarımız yayın hayatına yeni yayınevi olarak ASPENDOS YAYINLARI ile devam edecek. 

Ve işte karşınızda YOLUM AŞKA DÜŞTÜ kitabı!





Bir daha dünyaya gelirse âşık olacağı adamı insan ırkından seçmeye karar veren şaşkın akademisyen Sena Tekin ve önce Sena’yı öpüp sonra, "Pardon, ben senin ağabeyin sayılırım." diyen Ahmet Sancaktar’dan soluksuz okuyacağınız bir roman… 



AŞK, ZOR OYUNLARI SEVERDİ.
AMA BU BİR OYUN DEĞİLDİ;
BU, TUTKUYA YENİK DÜŞENLER İLE YOLU AŞKA DÜŞENLERİN SAVAŞIYDI. 



Severek yaptığı bir işe, harika bir nişanlıya ve güzel dostlara sahip olan Sena’nın tüm hayatı televizyonda izlediği bir haberle alt üst olur. Özenle kurduğu dünyası yavaş yavaş yıkılırken, hayatını geri alacağına dair tüm umutlarını kaybetmenin eşiğine gelir. Ancak Sena’yı asıl korkutansa, yıllardır âşık olduğu Ahmet Sancaktar’ın onu korumak için her şeyi göze almasıdır.
Çünkü artık genç kızın hem hayatı hem de kalbi tehlikededir…

Ünlü ve zengin Sancaktar Ailesi’nin hırçın, asabi ve ukala olarak tanınan üyesi Ahmet Sancaktar’ın sevdikleri için yapamayacağı şey yoktur. Ancak girdiği amansız kovalamacanın içinde Sena’yı korumak için yaptıkları kendisini bile şaşırtırken, Ahmet’i asıl korkutan şey ise ayağına dolanan aşktır. 
Karanlıktaki düşmanla savaşmak mı, yoksa aşka karşı gelmek mi daha zordu?
Yaşayıp görmekten başka şansı yoktu…


****




MERAL KIR KİMDİR?

15 Mayıs 1979 senesinde, - annesinin tabiriyle- kirazlar henüz çiçek açmamışken Trabzon’da doğan Meral Kır, beş çocuklu bir ailenin ortanca çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Küçük yaşlarda ailesi ile birlikte İstanbul’a taşınan yazar, eğitim hayatına İstanbul’da devam etmiş, evli ve bir erkek çocuk annesidir. Rakamlarla arası iyi olan Meral Kır, on beş senedir aynı şirket bünyesinde muhasebe işleri ile ilgilenmektedir. 

 
Rakamlarla arasının iyi olmasının yanında, kelimelerle aşk yaşadığını dile getiren yazar, bu aşkını ilk kitabı olan Aylardan Aşk’ta okuyucularla paylaşmak üzere yolculuğuna başlamış ve 2014 Haziran’ında ilk kitabını çıkarmıştır. Aylardan Aşk isimli eseri tüm okurlar tarafından çok beğenilince, hemen ardından ikinci kitabı Aşkı Seçtim’i de piyasa sürmüştür. Şimdi ise bu yolculuğuna, çok beklenen YOLUM AŞKA DÜŞTÜ isimli kitabı ile devam etmektedir.



SOSYAL AĞLAR:







Belalı Korumam | Corleonis Canan A. Düzgan [Kitap Yorumu]

5 Mar 2015

Eser: Belalı Korumam
Yazar: Corleonis Canan A. Düzgan
Yayınevi: Postiga Yayınları

Tutkunun doruklarında gezinen bir aşk romanı!
Güçlü, hırçın, asi Selin…
Herkes onun kendi dünyasında, lüks içinde ve başına buyruk, özgürce yaşamak istediğini sanırken o, babasından daha çok güveneceği birinin özlemini taşıyor içinde.
Büyükbabasının onu korumak adına kişiliğini değiştirme isteği ve bu uğurda yaptıkları, planladığının tam aksine Selin’in hayatını değiştiriyor. Korkuların gölgesinde başlayan aşkın dizginlenemez dalgaları arasında kıyıya vuran sadece tutku mudur dersiniz?
Selin ve “koruması” Deniz’in hikâyesini okurken tutkulu bir aşkın özlemini duyacak olursanız, kitabı yeniden okuyabilirsiniz.
“Aklım karmakarışıktı ama hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Kendimi yorgun ve savunmasız hissediyordum. Tüm kötü hislerden kurtuldum ve kendimi ona bıraktım. Öyle yumuşak, kibar ve baştan çıkarıcıydı ki. Beni etkiliyordu. Daha önce hissetmediğim duygulara sürüklüyordu. Başımı yavaşça kaldırdım ve yüzüne baktım. O da yüzüme baktı. Yine göz gözeydik ve de çok yakın. Bu beni kaçıran adam mıydı? Oysa kollarında bambaşka bir diyardaydım.”


Mart Ayı'nın ilk kitap yorumunu da sonunda girebildim. Yoğunluktan okuduğum kitapları yorumlamaya fırsat bulamıyorum ama Belalı Korumam Watty'deyken de gözdemdi, kitap olduğunda da gözdem oldu. O yüzden hakkını yememek gerek dedim, ilk fırsatta yorum girmeye karar verdim.

Geçen sene Wattpad'e nasıl sardığımı ve deli gibi wattpad okuduğumu herkes biliyor. O sıralarda okuduğum hikâyelerden birisi de Belalı Korumam'dı. Kız kardeşimin aşırı baskısı yüzünden merak ederek başlamıştım ve henüz güncel iken bölüm bekleye bekleye okumuştum bu hikâyeyi. Öyle ki, bölüm gelmiş ve ben ertesi gün sabah bunu fark etmişsem, yolda işe gelirken telefon elimde, yüzüm ekranda okuyarak geliyordum. Sırf bölüm kaçırmamak için! Çünkü Wattpad'te görüp de nadir beğendiğim konulu hikâyelerden birisiydi Belalı Korumam da. Neyse.
Kitap haliyle okumak için epeydir bekletiyorum hikâyeyi. Bir türlü elim gitmedi ama okumadan da yorum girmek istemedim. Değişiklik var mı, merak ettim açıkçası. Ve sonunda da okudum, şimdi yorum zamanı!

Wattpad'te Corleonis'in, bin bir zorlukla bize bölüm yetiştirme çabalarına bakarak, kitabın fazla değişmediğini söyleyebilirim. Zira bazı kısımlarda -Wattpad'te okurken hikâye olarak bakıp kitap olduğunda- detay olması gerektiğini düşündüğüm yerler oldu. Biraz yüzeysel kalmışlar hikâyeye. Bunlardan biri Miami. Bana göre biraz tasvir olması gereken bir kısımdı. Miami'ye gittiğini hissetmeliydim en azından.Bir diğeri ise karakter tasvirleri. Yetersizdi. Kısacası tasvirleri az buldum. Bunlar dışında -kitap olarak baktığımda- pek rahatsız olduğum yer olmadı. Bilakis, hikâyeyi ilk okuduğum zevkle okudum kitabı da.
Ve söylemeden geçemeyeceğim kapak çok güzel. Bu kadar uyumlu bir görsel, hayal etsem gerçekleşmezdi; kitabın konusunu birebir veriyor. :))
Gelelim konumuza, açıkçası Watty'de görüp de sevdiğim nadir konulardan birisi olduğu için yeri bende ayrı.Ve spoiler'a çoook açık bir hikâye olduğu içinde fazla detaya girmeyeceğim ama ne desem boş, okumanız gerek..
 Bir kızın büyük babası tarafından, kendisine atanan korumaya karşı çıkıp, bir de üzerine çekip Miami'ye gitmesiyle başlıyor konumuz. Bu kısımdan sonrası ise, işin rengini değiştiriyor zaten.

Deniz, yani bizim 'Belalı Korumam' diye nitelendirdiğimiz esas oğlanımız, kendi büyük babasına kafa tutan ve çekip Miami'ye giden Selin'in peşine düşüyor hemen.Tabi öyle siz ve benim bildiğim bir peşine düşme değil bu. Kitabı ilginç kılan da burası. Çünkü okurken ilk bölümdeki "koruma" muhabbetiyle olan girişin üzerine, hemen bir sonraki bölümde, kızın peşine takılan bir adamım kızı kaçırmasını ve bu adamın tuhaf isteklerini okumaya başlıyorsunuz.Tuhaf diyorum; cidden tuhaflar çünkü.

 Hal böyle olunca da,  "Kızın peşinde biri varmış demek ki," diye bir düşünce ile sayfaları ilerletiyorsunuz, ki bu kısımda da kitabımız başlıyor zaten.Benim için bu hikâyeyi özel kılan şey bu kısımdı işte. İlk okuduğumda "Bu adam kim ve kızı niye kaçırdı?" diye bir ton soru ile bekliyordum bölümleri. Buna bir sebepte kaçıran kişinin, kızı evine hapsedip saçma sapan şeyler istemesiyle alakalıydı. Bu da haliyle merak ettiriyor konuyu. Neyse. Yazarın akıcı dili ile başlarda sinir küpü olduğum ama sonra, Selin(esas kızımız!)'e geç kalınmış o dersi lâyıkıyla veren Deniz'în büyüsüne kapılınca, sayfalar ayrı aktı tabi. Daha önce okumuş olmama rağmen yine aynı zevkle okuttu çiftimiz kendisini.
Çiftimiz zaten imkansız bir aşka yelken açan bir çift ve Deniz'in hem işi hem de aşkı bir arada götürme çabalarına Selin'in asi tavırları, fevri hareketleri eklenince de durumları içinden çıkılmaz bir hal alıyor kitabın ilerisinde.
Kısacası, okumanız gerek. Benim hikâye olarak da kitap olarak da büyük bir keyifle okuduğum güzel bir konusu var. :)







Gözlerinin Esareti | Jennifer Royce [Kitap Yorumu&Röportaj]

23 Şub 2015

Eser: Gözlerinin Esareti
Yazar: Jennifer Royce
Yayıncı: Ephesus Yayınları
Tür: Historical Romance, Tarihi Aşk Romanı


Sevgiye aç bir kadınla…
Küçüklüğünden beri aradığı sevgiyi bulamayan Keira Destina’nın tek bir dileği vardı; kendisini gerçekten sevecek bir kalp. Babası tarafından sürekli hor görülüp, sevgisiz ve korumasız bir hayat süren Keira, şeytanla yaptığı anlaşma sonucu Karanlıklar Lordu’nu öldürmeye kalkıştığında, hayatının altüst olacağından habersizdi. Herkesin, önünde korkuyla titrediği Karanlıklar Lordu tarafından esir alınan genç kız için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Kalbi buz tutmuş bir adam.
Karanlıklar Lordu Kayran için, bu namı almak hiç de kolay olmamıştı. Katıldığı tüm savaşlardan galibiyetle ayrılmış, düşmanlarının korkulu rüyası haline gelmişti. Karanlık ruhunun bir tek savaş meydanlarında ışığa kavuştuğuna inanan bu adam, bir gece çadırına gizlice sızan, asil ama hırçın bir güzelin ölümcül saldırısından kendisini korumak isterken, onu bekleyen sürprizin farkında değildi. Gözlerine ilk baktığı an, bu kızın tanıdığı tüm kadınlardan farklı olduğunu anlamıştı. Genç kızın öfkesinin ve cazibesinin ateşi Kayran’ın buz tutmuş, karanlıklar içindeki kalbini sarmıştı. Genç adam için artık tek bir gerçek vardı; bu asi güzel ona ait olmalıydı!

Tutkuyu keşfettiklerinde, dönüşü olmayan bir yola girmek zorunda kalırlar...



Eveett, uzunca bir yazı ile bloguma dönüş yapıyorum. Yine! Yoğunluğum yüzünden sürekli arada kaynıyor okuduklarım, ama olsun arada sırada da olsa yorum yazmak için blogumu ziyaret etmek de ayrı keyif. :)))

Bugün sizlere geçen sene hikâyelerini okuyup yorumladığım, bir sene basılı kitabını beklediğim bir yazarımızın hem kitap yorumunu hem de kendisi ile gerçekleştirdiğim keyifli söyleşimi paylaşacağım. Historical Hunters ekibinin gözdesi Jennifer Royce'u ve kitabını tanımak için doğru adrestesiniz.
Bugünkü turda,

Röportaj+Yorum: Anime ve Kitap Sever [Bendeniz]

Özel Sahne+Yorum: İlleKitap Blogu



Jennifer Royce! Wattpad'i takip edenler bilir, kendisi Wattpad'te binlerce okura ulaşmış bir Tarihi Aşk (Historical Romance) yazarı. Geçen seneye kadar kendisinden ve böylesine güzel kaleme aldığı hikâyelerinden bir haber olan ben, kız kardeşim ve eski bir arkadaşımın baskısı ile Jenny'i okumaya karar vermiş, ama bir türlü bu kararını yürürlüğe sokamamıştım. Ta ki tesadüf eseri Facebook'taki yayımladığı hikâyesinin ilk bölümü Ana Sayfam'a düşene değin... Sonrasında tabii ki böylesine bir kalemin sıkı takipçilerinden olarak her yayımladığı hikâyesini okumaya başladım. Okuduğum hikâyelerinden yorumladıklarımı incelemek isterseniz aşağıdan inceleyebilirsiniz. 

Bugün daha da özel bir yorum geçip, yazarımızın ilk basılı eseri olan Gözlerinin Esareti kitabını incelemeye alacağım. Wattpad'te yayımlandığında 700 Bin okura ulaşan bu hikâye, Ortaçağ'ın acımasızlığı, katı kuralları ve savaşları arasında masum bir kızla karanlık bir adamın aşkını anlatacak size..


Yakışıklı Dükler Cemiyeti Serisi

4- Öpücüğe Mahkûm (Yorumlanacak Üşenmezsem)
5- Aşka Cesaret (Yorumm bekliyor yiğidimm!)


Bundan bir yıl kadar önce Jennifer Royce'un Wattpad'te okurları için kaleme aldığı Gözlerinin Esareti hikâyesi şimdi basılı bir kitap olarak, birçok okura ulaşma yolunda ilk adımını attı.

Normalde yazarın birçok hikâyesini okumama rağmen Gözlerinin Esareti, Ortaçağ'ın acımasızlığında geçen bir kurgu olduğu -ve benim Ortaçağ sememem- için hiç okumak nasip olmamıştı. Tüm okurların deli gibi sevdiği Kayran ve Rodolfo karakterlerine ve onlardan gelen alıntılara rağmen kendimi hep Ortaçağ'a karşı ön yargılu tutarak, geri durdum. Ta ki kitabın çıkacağı ana kadar..

Ne zaman kitabın çıkacağı kesinleşti, işte o zaman ben de hikâyeyi okuma şerefine nail oldum. Ki okuyunca da kendime yaptığım ön yargılar için çok kızdım. Tabii beklediğim gibi sert ve acımasız sahneler vardı, fakat okurken çoğu yerde ne kadar sinirlensem de kitabın gidişatına göre yerinde ve dozunda buldum hepsini. İlk an değil tabii ki de
İlk okuduğum an sinir küpü olup, "Bunu yapmadı! Yapmış olamaz! Lanet herif. P*ç. vs"  daha bir ton hakaret ve söylemlerden sonra sahneyi tekrar okuduğumda aslında yerinde olduğuna karar verip, daha da büyük bir merakla sonraki bölümlere doğru ilerledim.  

Ve, her bölümde ayrı bir tat, ayrı bir keyif aldım. Bu yazarda en sevdiğim şey; ne kadar sert bir karakter oluşturursa oluştursun aynı oradan esprili bir dil kullanarak o sert mizacı size sevdirebiliyor. Ki bunun örneklerini Kayran, Rodolfo, Jared, David ve Leon ile çok net ifade edebilirim. Hepsi sert kabuklarının altında âşık birer adam barındırıyorlar.

Şimdi size bu sert karakterlerden El Farris Kayran, nam-ı diğer Karanlıklar Lordu'nun hikâyesini anlatacağım. Kendisi küçükken asil bir Baron oğlu iken, ailesini kaybetmenin acı kaybıyla tüm kıtanın önünde korkuyla titrediği karanlık, öfkeli, acımasız bir lorda dönüşür.

Ve bu kalpsiz, kalbi buzlarla çevrili lordun tüm sınırlarını masum, kimsesiz ve sevgiye aç bir kız yıkar, geçer.
Rafael Leonidas De Fernandez, küçüklüğünden beri kral Armando'nun oğlu ve en yakın arkadaşı olan Prens Rodolfo'nun sağ koludur. Yıllar boyu iki genç birçok şeye beraber göğüs germiş, birçok amansız savaşa beraber katılmışlardır. Ama Rodolfo'nun bir Prens olarak babasının yerini alması gerektiği ve Rafael'in ailesinin katledildiği bir zamanla beraber, iki gencin de yolları farklı şekilde çizilir. Birisi ülkenin Kralı olurken diğeri onun ve masum halkın adeta koruyucu gölgesi olup, zalim krallıkların korkulu rüyası Karanlıklar Lordu'na dönüşür. Ta ki küçük bir kızın Gözlerinin Esir'i olana kadar...


Keira Destina, babası tarafından küçüklüğünden beri hor görülen ve sevgisiz büyümeye mahkûm edilmiş genç bir kız o. Ve sırf babasından küçücük bir sevgi görmek adına ölümü göze alarak, tüm insanların önünde korkuyla titrediği Karanlıklar Lordu'nun çadırına sızdığında hayatını da kendisiyle beraber değiştireceği ilk adımı atar....

Her ikisi de yaralı, her ikisi de yalnız, her ikisi de birbirine muhtaç olan bu iki yüreğin yolları kesiştiği anda Kayran genç kızın Gözlerinin Esiri olurken genç kız da Kayran'ın Küçük Esir'i olur.Ve Ortaçağ'ın amansız savaşları arasında tüm katı kurallara, tüm imkansızlıklara ve kendilerine rağmen birbirlerine âşık olurlar. 

İşte bu da sizi kitaba bağlayan en önemli unsur bana göre. Hikâyenin yalın ve akıcı anlatımıyla beraber eşsiz bir duygu silsilesi içerisinde kitabı okuyorsunuz. Kayran'a hem kızarken hem seviyor hem severken hem nefret ediyorsunuz.

Çok uzun ve konudan spoiler veren detaylı bir yorum girmeyeceğim. Fakat bazı yerlerinde karakterlerden nefret etmiş olmama rağmen kurgu olarak eşsiz bulduğum bir eser bu hikâye. Çünkü gerçekçiliğini iliklerinize kadar hissetmenizi sağlayan bir anlatım barındırıyor içinde.






Şimdi efendim, nihayet uzun zamandır ertelediğim Jennifer Royce ile söyleşi imkanını Historical Hunters turumuzla, yazarın ilk kitabını incelerken gerçekleştirebildim. :D
Kendisini çok iyi tanısam da eksik şeyler halen var. Ve ben de sizin gibi cevaplarla öğreneceğim. Umarım keyif alacağınız bir söyleşi olur. Zira ben çok keyif aldım! Özellikle de "Yakışıklı Dükler Cemiyeti" soruma verdiği cevapla. :)))


Ben: Ben biliyorum ama bilmeyenler için açıklar mısın; Jennifer Royce kimdir, nedir, ne yapar, ne yer, ne içer.. Özetle kendini tanıtır mısın ? :D


JR: Zor bir soru. İnsan nasıl kendini anlatır ki, hele benim gibi hayatından bahsetmeyi sevmeyen biri için çok zor. :P
1969 yılı doğumluyum.1 Nisan'da aileme -gerçekten de- şaka gibi gelmişim.Üniversite ve ilk görev yerim dışında hep Mersin’deydim.Çok istememe rağmen başka bir şehirde yaşamayı nasip olmadı.Sonuçta hep Mersin’de kaldım.
İlk görev yerim Karaman Ermenek.Beş yıl kadar görev aldım.Bu süre zarfında eşimle tanıştım, evlendim ve Mersin’e geri döndüm.Çocuklarım, -onlar benim her şeyim- iki tane. Bir kız, bir erkek.


Ben: Yazmaya ne zaman başladın ? Yazmak senin için bir hobi mi, yoksa bir gaye mi ?

JR: Yazmak uzun süredir yerine getirdiğim bir olgu. Hayatımın parçası gibi. Daha önce, şiirler ,denemeler, çocuk hikâyeleri, ilkokullar için yardımcı kaynak kitabı çıkarma vs. şeyler yaptım. Hep bir şekilde yazmayla iç içeydim.Emekliliğime bir yıldan az bir zaman kala, artık hayatımda yeni bir amacım var; yazmak. Hobi ile başlayan yazma serüvenim hayalden öteye gitmedi.Yalnız lisede edebiyat öğretmenime verilmiş bir sözüm vardı; "Yazmayı asla bırakmayacaksın. Bana söz ver," demişti, ona da buradan verdiğim sözü de tuttuğumu iletmek isterim.



Ben: Bir kurguyu oluştururken nelere dikkat edersin?  Kurguların çok değişik geliyor bana. Bunların oluşum süreçlerini merak ediyorum.

JR: Anlık bir düşünce, bir fikir veya görselden çakan şimşek gibi bir sahne gözümün önünde canlanır önce. Bu kitabımın en can alıcı sahnesidir.Oturur, bu sahneyi yazarım ve bütün kurguyu bu yazdıklarıma dayandırırım.Biliyorum, biraz sıra dışı; şöyle düşünün bir filmin, çok etkilendiğiniz bir sahnesini yakalarsınız, sonra merak edersiniz, o sahneden önce neler olmuş olabilir? Film, nerede başlamıştır, kimler var, neden bu sahnedeki duruma gelmiş olabilirler, bu sahneden sonra olaylar nasıl gelişebilir vs. Bu soruları çoğaltarak ve mantıksal işlemesini sağlayarak, olay örgüsünü önce zihnimde oluştururum.Bu günleri, haftaları veya ayları alan bir süreç olabilir.Bu arada aklıma, takılan kurguda araştırmam gereken bilgilere yoğunlaşırım.Kendimi tamam deyip ikna ettiğimde yazmaya başlarım.


Ben:  Daha çok Tarihi Aşk türünde yazıyorsun. Bir Türk olarak bu türde yazmak zor değil mi ? Nasıl bir araştırma süreci uyguluyorsun ?

JR: Aslında çok zor, fakat bu konuda çok fazla kitap okumak, araştırmayı sevmek ve yeni kurguları hayata geçirmenin heyecanı, zorluğu göz ardı etmeme sebep oluyor.Bir kurgu bitmeden, diğerinin temellerini atmış olurum çoğu zaman. Bazen engelleyemeyip, iki üç kurguyu bir arada götürdüğüm de olur.Araştırma süreci eskisi kadar zor değil artık.Elinin altında kocaman bir sanal dünya var.Yabancı kaynakların çevirilerini ise bana yardımcı olan arkadaşlardan rica ediyorum.Pek çok kaynağın kesinleşmiş, ortak paydası haline gelmiş bilgilerini kullanmaya çalışırım.Tek bir kaynak hiçbir zaman yeterli olmaz.E-kitap olarak yazılmış, konuyla ilgili kitaplar varsa onları indiririm.Yine de, dört dörtlük diye iddia edemem.Mutlaka gözümden kaçan bir nokta olabilir.Bunun için de okurlarımın affına sığınabilirim değil mi? :D

Ben: Tarihi Aşk ülkemizde çok yaygın değil. Haliyle bir Türk'ten bu türü görmek insanı şaşırtıyor. Ama kurguların çok özgün. Buna rağmen merak ediyorum, başka bir tür denemek istediğin oldu mu ?

JR: Başka tür derken günümüz, fantastik, bilimkurgu mu? Olabilir, neden olmasın ki. Bir an gelir, yaratıcı yazımımın bu türde tükendiğini veya yorulduğunu hissedersem kendimi yenilemek adına yazabilirim.Hatta bu şekilde, henüz kağıda dökemediğim ve bir kaçına başladığım kurgularım var.Henüz olgunlaşmadılar ve beklemedeler. :D

Zaten birden geçiş süreci diye bir şey olamaz.Mutlaka enine boyuna düşünülüp tartılmalı ve karalamalarla acemiliğini atmalısın.Yani, benim düşüncem bu. Hep günümüz romansı yazan birinin, "Hadi ben de Historical(Tarihi Aşk) deneyeyim, çok başarılı olabilirim," düşüncesiyle, aniden tür değiştirmesi bana göre çok başarılı sonuçlar vermez.Her şeyden önce, kendini hazırlamalı diye düşünürüm.



Ben: Yazarken zorlandığın zamanlar oluyor mu ? Bunu nasıl aşıyorsun ?

JR: Evet, oluyor. Hüzün ve acıyı yazarken zorlandığıma karar verdim.O bölümleri asla aşamıyorum.Ya kurguyu değiştiriyorum ya da başka bir kurguya başlayarak ara veriyorum.Yeni başladığım kurgu nefes almamı sağlıyor.



Ben: Wattpad'i nasıl keşfettin ve ilk yayınladığını hikayen neydi ?

JR: Wattpad’i tesadüfen keşfettim.Bir araştırma yapıyordum ve sınırsız hikaye cümlesini gördüğüm anda girdim.Sanırım o anda e-kitap sitelerine merak sarmıştım.Ben üye olduğumda, çok az Türk yazar vardı ve ben o sırada İngilizce hikâyeleri okumaya çalışıyordum.Sonra, "Neden ben de denemiyorum ki? Burada yazdıklarımı yayınlayabilirim," diye düşündüm.O aralar Zorba Âşık'a yeni başlamıştım ve  Ömür Boyu Benimsin’in ortalarındaydım.Önce ÖBB’i yayınladım, arkasından da Zorba Âşık'ı. :D



Ben: Wattpad'te hikâye yayınlarken bir gün buralar gelebileceğini düşündün mu hiç ?

JR: Hiç düşünmedim.Benim için fazlasıyla ütopik bir konuydu kitabımın basılması. Wattpad’te yayınlarken, bu türde okumayı sevenlerle, ortak bir noktada buluşup sohbetler etmek ve dostlukları geliştirmekti amacım.Ben, nasıl bu türü okumaktan mutlu oluyorsam, birileri daha vardır mutlaka diye düşünmüştüm.İlk aylarda, bir kişi, iki kişi okuyunca nasıl mutlu olduğumu anlatamam.Her gün bölüm bile eklerdim. :D
Demek istediğim, şu an -hâlâ- bu düşümün gerçekleşmiş olduğuna bile inanamazken, o zaman nasıl kendime yüksek bir sınır çizebilirdim ki?


Ben: Gözlerinin Esareti basılı ilk eserin. Neler hissediyorsun ? Basım süreci nasıldı ? Biraz bahseder misin bize? Özellikle de kapak ! Resmin, ülkemizde görülen en iyi Tarihi Aşk kapağı kapak görseli olduğu tüm okurlarca kanıtlanan bir gerçek. Neden bu resmi seçtin ?

JR: Evet ilk basılı kurgum Gözlerinin Esareti. Şaşkın,inanamaz, mutlu, şüpheli kısacası bütün duyguların gel git halinde üzerime yağmasının şokunu yaşıyorum hâlâ. :D
Basım süreci bir hayli meşakkatli geçti..Fakat çok şükür, şu an elimde tutabiliyorum.Kapak…Bu konuda Mustafa Bey'in(Yayınevimizin sahibi) ilk konuştuğumuzda bana bir sözü vardı ve yerine getirdi.Bunun için kendisine çok teşekkür ediyorum ve kapak konusunda gerçekten iyi olduğunu düşünüyorum.Gözlerinin Esareti piyasadaki en iyi Historical kapağa sâhip oldu diyebilirim.Eminim arkadan gelen yazarlarımızın da kapakları güzel olacaktır, fakat ben kendi kapağımı çok sevdim. :D


Ben: Daha önce Wattpad'te yayımladığın serinin kurgusu nasıl gelişti ? Neden insan kaçakçılığı ? Ve en sevdiğin hikayenin hangisiydi o seride ? Benim seni keşfedip okuma sebebimdir biri. :))

JR: Hahahah :D "Yakışıklı Dükler Cemiyeti" 
Kadın kahramanlarımızın taktığı isimle. Serimizin ismi bu.Aslında bir seriye başlayayım, konusu şu olsun, şunlar bulunsun diyerek düşünmeden başladığım, bir seriye sonradan dönüşen serimiz…. :D
ÖBB(Ömür Boyu Benimsin)'e başladığımda sadece Alex ve Brendan vardı kafamda.Kurguyu bitirip, Kalbimin Efendisi'ne başladığımda ise Leon’un bir grupta olması gerektiğine karar verdim.Evet, David o zaman oluştu fakat daha farklı işlevi olan, kendi içlerinde toplum için çabalayan ve görünüşleriyle bu grubu örtecek bir gizlilikte olmalıydılar.
"Neden yeni kahramanlarla uğraşayım ki, zaten elimde bir önceki kitabımdan kahramanlarım var," diye düşündüm.Okurlarımın da bu düşünce çok hoşuna gidince, böylece bir seriye dönüşmüş oldu.Daha sonra, Yüreğine Sürgün‘den Jared da bu gruba eklendi.Ve hepsinin hikâyesi doğmuş oldu.Bu seride her birini ayrı ayrı seviyorum.Çünkü, onlar benim yazarken inanılmaz zevk aldığım, hepsinin karakteri ve kişiliği farklı, mükemmel erkeklerim.Sevme konusunda ayırt etmem, fakat yazarken zorluk çektiğim hikâyem Kalbimin Efendisi idi.Oradaki tecavüz sahnesi ve sonrasında olayların gidişatı beni çok zorlamıştı.Bu seride neden insan kaçakçılığı sorusu güzel bir soru.En duyarlı olduğum konulardan biridir ve eğer bir mesaj vereceksem hassas olduğum bir konuda olmalı diye düşündüm.Toplumsal sorunları, okumaktan zevk aldığımız bir kurguda işlemek bana mantıklı geldi.



Ben: Peki son sorular, sıkmayalım daha fazla. :)) 
Gözlerinin Esareti'nden sonraki kitabın bir seri mi olacak, yoksa yine bağımsız bir kitapla mı devam edeceksin ?

JR: Sanırım seri olacak.Okurlarımızın Tutkunun Bedeli olarak başladıkları hikâyem bir seriye dönüşmüştü.Hatta onlar Aşka Tutsak’ı bekliyorlardı, ki bu kitap Tutkunun Bedeli’nin ikinci kitabıydı.Dolaysıyla, onu geri çekip sıralamasına göre yayınlasak daha iyi olur diye düşündük.Fahid, Dante ve Sean üçlüsünü ayrı ayrı okumak kısmet olacak inşallah .:D


Ben: Son olarak okurlarına ve takipçilerimize söylemek istediğin bir şey var mi ?

JR:  Son olarak, beni okumaya değer bulup, hep yanımda olan canım dostlarıma, çok ama çok teşekkür ederim.Bu gün Wattpad’de 6700 ve Facebook’da 7000 kişiye ulaşmış beğeni sayımız.Bana göre bu hiç azımsanmayacak bir rakam.Sadece kendim olarak başladığım bu yolda, yanımda yürüyen bu kadar kişiye ne söylenebilir bilmiyorum.Çok ama çok minnettar olduğumu ve onlar okudukça, Allah bana sağlık verdikçe yazacağımı söylemek isterim.Umarım benden vazgeçmezler ve hep benimle olurlar.Kitap sevgisi pek çok kırılmaz dostluğun başlangıcı oldu ve inşallah bir kitap çevresinde oluşan ailemiz katlanarak artar.


Ben: Son olarak, -bu sefer gerçekten son!- çok keyifli bir söyleşiydi. Katılma inceliği gösterdiğin için teşekkür ederim Jennifer Royce! 
İlk adımı Gözlerinin Esareti ile attığın bu yolculukta, başarılı bir şekilde devam etmeni temenni ederim.

JR: Ben teşekkür ederim bana bu güzel söyleşi imkanını verdiğiniz için.







 
FREE BLOGGER TEMPLATE BY DESIGNER BLOGS